Biz yetişkinler, sahip olduğumuz dini ve ahlaki değerleri, din öğretimi vasıtasıyla yetişmekte olan nesle aktarma gayreti içindeyiz. Eğitim öğretim sürecinde, öğrencilerimizin geçmişten devraldığımız kültürel mirastan haberdar olmalarını, bu mirasla tanışmalarını ve mensubu olduğumuz dini öğrenmelerini istiyoruz. Bunu istiyoruz, çünkü bu konuda haklı gerekçelerimiz var. Çocuklar ve gençler, dini bilgileri öğrenirlerse iyi insan olacaklar diye düşünüyoruz. Onlar dinlerini doğru anlar ve uygularsa, toplum sağlam bir zemine oturur kanaatini taşıyoruz. Bu düşüncelerden hareketle öğrencilerimize, çocuklarımıza “Küçüklerinizi sevin, büyüklerinizi sayın!” diyoruz. Derslerde “Dinimiz doğru olmamızı, çalışkan, bilgili, kültürlü olmamızı istiyor. İnandığımız ilke ve değerlere uygun hareket ederseniz mutlu olursunuz.” şeklinde ifadeler kullanarak onları eğitmeye, etkilemeye çalışıyoruz.
Ancak bilgilendirip, eğitmeye, kültürlendirmeye çalıştığımız öğrencilerimiz, bu sözlerin benim hayatım için önemi nedir? Bunlar benim ne işime yarayacak? Bu bilgileri niçin öğreniyorum? Mutlu olmak için mi? Ahlaklı yaşamak için mi? Neden ahlaklı davranayım? Niçin inanayım? Kul olmak ne demektir. Bana anlatılanları nereye oturtayım? Zihnime mi yoksa kalbime mi? Bana öğretilenler neye yarayacak? diyerek zamane çocukları kılı kırk yararcasına kırk çeşit soru sormaktadırlar. Öğrencilerin ezbere dayalı kalıp formattaki bilgileri ezberlemelerinin uygulamaya pek de faydasının olmadığını gözlemliyoruz.
Bir öğretmen sınıfa girmiş, herkes oradan oraya koşturuyor. Ortalık toz, duman! Bir taraftan kavga ediyorlar, diğer yandan ellerinde su tabancası, balon veya naylon poşetlere su doldurmuşlar, birbirlerini ıslatıyorlar. Bir önceki derste; insanların birbirlerine eziyet etmelerinin günah, güçlünün zayıfı hırpalamasının doğru olmadığı, kavgacılığın Müslüman'a yakışmadığını anlatmışsınız ama dinleyen kim? Nafile sözler! Öyleyse pratikte söylediğiniz sözlerin bir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır.
Eğitimciler olarak şu soruyu kendimize soralım ve sesli düşünelim. Aktardığımız malumat öğrencimizin ne işine yarayacak? Niçin Din kültürü ve Ahlak Bilgisi okuyor öğrencilerimiz? Dini bütün bir insan mı olacak? Yoksa bir kültürlenme dersi mi bu ders? Dini ve ahlaki bilgiler sadece zihinlerde “istif” edilmek için midir? Yoksa bilgiler bir bilinç düzeyine gelmeli, aklın önünü açmalı, zihni ışıtmalı mıdır?
Din öğretiminde öğrencide geliştirilmesi gereken kabiliyetler ve ölçütler şu şekilde olmalıdır.
1-Ders, öğrencinin kendisi ve çevresiyle iletişiminde ona yararlı olabilecek farklı bir bilgi ve düşünce şekli oluşturabilir mi? Öğrencinin iç ve dış iletişimini daha etkin hale getirmelidir.
2-Bu ders, öğrencinin kabiliyetlerinin gelişmesine ve öğrencinin bir form kazanmasına yardımcı olmalıdır.
3-Ders, öğrencinin zihin eğitimine katkıda bulunabilir mi? Bir başka deyişle, söz konusu ders, öğrencinin karar verme, akıl yürütme, öğrenme, araştırma, sorgulama, yorumlama ve anlamaya yönelik zihinsel çabalarını zenginleştirip beslemelidir. Böylece olgun, efendi, bilgili, kültürlü, karakterli, toplumun seçkin, milli kültürünü özümsemiş, ileri görüşlü bir ferdi olabilir.
İşte Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi de öğrenciyi olumlu yönde etkileyen, motive eden, gerekli bilgi ve beceriyi, donanımı, kişiliği kazandıran bir ders haline gelebilir. Tabii ki bu da bu dersi bir hayat felsefesi haline getirmiş gayretli öğretmen, şuurlu ve iyi bir çevrenin eş güdümü ile mümkün olabilir.
Şimdi şu soruyu sormanın her halde tam yeridir. Acaba günümüzde nerede hata yapıyoruz da bir Fatih, bir Yavuz, bir Kanuni yetiştiremiyoruz. Acaba niçin karakter abidesi Mehmet Akifler, hazır cevap, söz virtüözü, Sultan'üş-şüara Necip Fazıllar yetiştiremiyoruz.
Meşhur hikâyedir. Fatih Sultan Mehmet daha küçük yaşlardadır. Hocası da Akşemseddin hazretleridir. Fatih padişah çocuğu olması hasebiyle kendini la yüs'el (hiçbir şeyden sorumlu olmayan) kabul etmekte ve şımarıklıklar yapmaktadır. Bu durum hocası Akşemseddin'in dikkatini çekmekte ve buna bir hal çaresi aramaktadır. Padişah ise oğlunun en güzel şekilde yetişmesini istemektedir. Çünkü kendisinden sonra tahta geçecek kişinin devletine ve milletine faydalı olmasını istemektedir.

Bir gün yine derste iken küçük Fatih yaramazlık eder. Hocası da hafiften tapışlar. Vay efendim bir hoca bir Şehzadeyi nasıl tapışlarmış!  Fatih bunu kabullenemez ve akşam olunca padişah babasının huzuruna çıkar. Ağlamaklı bir sesle:
-“Babacığım, bugün ne oldu biliyor musun”?
-“Hayır yavrucuğum. Anlat da öğrenelim”.der.
-“Senin Şehzade oğlunu bir hoca dövdü, hem de bak her tarafımı şişirdi” diyerek abartılı bir şekilde olayı duygusallaştırmaya çalışır. Padişah babası hiç istifini bozmadan kızıyorrmuş gibi yaparak:
-“Ben ona yarın ne yapacağımı bilirim. Benim gibi kudretli bir padişahın kıymetli evladına nasıl el kaldırırmış o !” diyerek Fatih'i teselli eder. Bu arada hocasına da haber salar. Görüşürler. Hocaya:
-“Hocam yarın sizin mektebe geleceğim. Haşmetli bir şekilde sizinle konuşurken üzerime yürüyüverin.” der. Ertesi gün aynen konuştukları gibi Padişah Akşemseddin hazretlerinin huzuruna gelir. Padişah tam hocaya çıkışacakken, hoca eline sopayı aldığı gibi koşar padişahın peşinden! Padişah önde, hoca arkasında peşi sıra koşar. Fatih bu durumu şaşkınlıkla izler. Ders bitiminde saraya varınca padişaha Fatih:
-“Babacığım sen de amma korkakmışsın ha. Koskoca padişah hocadan korkar mı?
-“Yavrucuğum öyle sert bir hocan var ki ben bile korktum. Bundan sonra sakın hocanın sözünde çıkma. O seni seviyor. Sen de onu sevesin. Çünkü o yarının cihan padişahının en güzel şekilde yetişmesini istiyor.”der. O günden sonra Fatih şımarıklık etmez. Hocasının bilgi ve görgüsünden azami derecede istifade etmek için elinden gelen gayreti sonuna kadar gösterir. Hürmette de kusur etmez. Fatih ise böyle bir gönüller sultanının yanında, İstanbul'un fethi projeleriyle yatar, kalkar. Yirmi bir yaşında bir devri açar, bir devri kapatır.
Burada en önemli hususlardan biri dahi nitelikli kişilerin, kaliteli hocaların ellerinde balmumu gibi şekillenmesidir. Aile, çevre, okul, veli, öğrenci uyumunun mutlaka sağlanmasıdır. İnsanoğlunun iyi yetişmesi için yüksek hedef ve ideallerinin bulunmasıdır. Fatih Sultan Mehmet içinde bulunduğu dönemde çağın en yüksek teknolojisini üretebilecek bir dehaya sahipti. Bizans'ın yüksek ve kuvvetli surlarını delebilecek, kalelerini tahrip edecek topu ve barutun hakkını en ince noktasına kadar hesap etmişti. Buna göre de Şahi toplar döktürmüştü. Ayrıca çağının en son bilgilerine sahip olabilmek için yedi dil bildiği rivayet edilmektedir. İşte Osmanlı böyle adı da kendisi de büyük devlet adamlarının elinde altı yüz sene ayakta kalmıştı.
Günümüzde nerede hatalar yaptığımız şimdi daha iyi anlaşılmıştır herhalde... Büyük insanlar, büyük çalışmalar ve büyük ideallerden sonra büyük sonuçlara ulaşırlar. Şimdiki yeni neslin en büyük özelliği ise çalışmadan, kafa yormadan, sıkıntıya girmeden dört ayağı üzerine düşmek, rahat yaşamaktır. Ama bilmiyor ki “Emeksiz yemek olmaz”. Veya Cemil Meriç'in deyimiyle “Emeksiz büyük fetihlere kanat açılmaz”. Selam ve dua ile nice güzel Kandillere!

Geçmiş Kandiliniz mübarek üç aylarınız hayırlara vesile olsun.

 

Muhammed ACIYAN

[email protected]

Kültür Dünyamız