Küfr olur başka değil kavmini sürmek ileri (1)

Son asırda vuku bulan Türkçülük, İslamcılık ve Sosyalizm cereyanlarını vasıta kılarak Türk milleti bir atılım gerçekleştirebilir endişesiyle önceden bütün tedbirler alınmış. Bir münafıklıktır dönmüş, dönmekte. Bu münafıklığın en koyusu ise İslamcılık cereyanı içinde vuku buldu. Zira hem namaz kılmak hem de ezan düşmanı olmağı aynı bünyede barındırmak gerekiyordu. Zordu münafıklık zanaatı. İnceydi. Dikkatli olmak lazımdı. İşi yıllar on yıllar boyunca süren bir tiyatro oyunu gibi görmek ve profesyonelce davranmak gerekiyordu.

Milliyetçi görünen kampta görev kapacaksan Milliyetçiliğin İslam'a mesafeli bir duruşla ancak vuku bulabileceğini gösteren bir çizgiyi takip edeceksin. Ki millet Türk denilince gayri İslamî bir şey anlasın.

Sosyalist kampta vazifeli isen halkın genelinin menfaatlerini savunman gerektiği halde her nedense ayrılıkçı olmayı tercih edeceksin. Ülkene, halkına ne kadar düşman var ise onların Türkiye aleyhine bütün taleplerinin savunucusu olacaksın.

İslamcı kampta görev bekleyenlerdensen milli varlığa mesafeli bir duruş göstereceksin. İslam ötede, muhayyel ülkelerde, egzotik Endülüs akşamlarında, mistik Yemen çöllerindedir. Türkiye dışındadır İslam. Millî olan ne varsa Cahilîdir... Evrensel olan mücerret olan bir şekle şemaile gelmeyen bütün modelsizlikleri savunacak ve bunun adına da 'ümmetin menfaatini kolluyorum' koyacaksın. Ki, İslam'ın bir ülkede yere basması, ete kemiğe bürünmesi, sahici bir cepheye girmesi imkânsız hale gelebilsin!

Bütün dünyayı ihata edecek şekilde yapılan bir değerlendirme içinde “İslami mücadele” diye bir mefhumdan bahsedenler her nedense Çanakkale'den, İstiklal Harbinden, Sakarya'dan bahis açmazlar.

Nasıl ki Turancılık tarihin yükünü omuzlayan Türkiye'nin mahsulü Türk'e bigâne kalmayı telkin etmişse ve böylece iş vara vara Türkiye düşmanı bir Milliyetçiliğe varmış ise; İslamcılık cereyanında da aynı şey vuku buldu. 'Ümmetçi' olduğunu söyleyenler amme menfaatinin nereden geçtiğini hususen kararttı. Yapılacak iş muğlaklaştırıldı.

"Dünyada yaşayan bütün Müslümanların derdiyle dertlenmek",  ekmeğini yediği, suyunu içtiği ülkeye ihanetin gerekçesi oldu. Türkiye ile ilgilenmemeliymişiz. Şayet Müslümansak bütün dünyada bulunan Müslümanların derdiyle ilgilenmeliymişiz. Türkiye ile kim ilgilenecek? 'Kadîmden' beri buraların 'asli unsuru' olan Ermeniler, Rumlar...

Öyle de oldu. Türklükle irtibat kurabilecek unsurların Türkiye'ye dikkat kesilmesi hususi bir faaliyet ile engellendi. Turancılar, Tanrı Dağlarında Türk aramaya gönderilirken, İslamcılar da Endülüs'e, Bosna'ya postalandı.

Türkiye'nin resmini Ermeni fotoğrafçılar çekti. Hikâyelerini filmleştirdi. Fotoğraf sanatı denilen şeye biraz dikkatlice bakacak olursanız; Türkiye'yi anlatan her karede ya bir kahır, ya bir utanç, ya bir acı sunulduğunu görürsünüz. Türkiye'ye dair fotoğraf karelerinde bir ikindi camisinin önünde eski bir kütüğün üzerinde sohbet eden neşeli iki ihtiyarı asla göremezsiniz. Türk olmaktan Türkiye'de yaşamaktan iftihar eden, memnuniyet duyan, pişmanlık çekmeyen hiçbir şahıs bu 'görsel sanatlar' denen şeyin konusunu teşkil edemez.

Türkiye'de bir milletin yaşayıp yaşamadığı, şayet yaşıyorsa bu milletin kim olduğu, hangi vasıflarının yükseltilmesi gerektiği, hangi kusurlarından arındırılması gerektiği gibi meseleler ne milliyetçileri ne Sosyalistleri ne de İslamcıları ilgilendirdi.

Peki, bu niçin böyle olmuştu?  Doğrudan söyleyelim: İşin bugün Türkiye'nin haritadan silinmesi kertesine getirilmesinde bu cereyanlarda söz söylemesine müsaade edilmiş bu hareketlere rota çizmesine izin verilmiş zevat hıyanet içindeydi. Bu hainler kendi etnik davalarına gizlice hizmet etmenin en önemli yolunun Türkiye'de bir millet varlığının parlamasına engel olmaktan geçtiğini biliyorlardı.

Türkiye ahalisinin bir güruh olmayı terk edip, adı sanı belli bir millet katına çıkması halinde etnik davalarının kabul görmeyeceği belliydi. Medyada ses çıkarmasına, gazetelerde bir şeyler karalamasına izin verilenlerin bu hassasiyete mensup olması birinci şarttı.

Onları kurdukları cümlelerden anlayabilirsiniz. Cümlelerinin arasında sıkça; "bütün Türkiye halkları", 'insan hakları', 'ileri demokrasi', 'hukukun evrensel ilkeleri', 'herkesin özgürce yaşayabileceği tam demokratik bir Türkiye', 'ezilen halklar' gibi tâbirlere başvururlar. Türkiye'de milletleşebilecek olan, kendisini ülkesine karşı borçlu hisseden ana gövdenin aşağılanması, küçük görülmesi, ufkunun karartılması, ümitsizlik pompalanması, “bizden olmaz abi” gibi söylemler sürekli yapageldikleridir.

Gazetelerin 3.safyalarında yer alan haberlerinin yapılması ve bu haberlerin milletin gözüne sokulmasından da onlar mesuldür. Söylenen şudur: “Bakın siz busunuz. Bizden bir şey olur ümidi taşımayın. Ne birbirinize ne de ülkenize güvenin. Birbirinize bağlanmayın. Birbirinizi sevmeyin...”

(Devam Edecek)