Gürül gürül akan bir nehrin kenarında durmuştum. Nehir gözlerimin önünde akıp gidiyordu. İşte bu benim hayatımdı ve seyre dalmıştım onu, göz pencerelerimden! Geçmişi düşünmek yerine, deryayla ne zaman buluşacağımın sabırsızlığı içerisinde temiz havayı solumakla meşguldüm. 

Her insan böyle olur bazen. Uçurumun kenarında duruyormuş gibi! Bir adım atsa düşecekmişve her şey elinden kayıp gidecekmişçesine! Sonra belinden sarılır hayat ve seni tekrar kendine çeker. “Bu kadar kolay kurtulamazsın benden” diyerek!

Çoğu zamandört gözle beklediğimiz yarınlarımızıkörebe oyunundaki gibiel yordamıyla ararız. Gözlerimiz sabır kuşağıyla bağlı, kurak bir kalbe umut yağmurlarının yağmasını düşünerek avuturuz çocuk kalmış yüreğimizi! 

Küçük mutluluklar karşısında; ışığı görünce ona doğru uçan, cama yapışan sinekler gibi hücum eder hislerimiz! Her hüzün dolu bekleyişin sonunda yağmur duasına çıkar duygularardı sıra! Yine sabırla beklenen umut; kör bir kalbin çölünde, yağmura hasret! Dilden dökülen kelimelerle bağra basılmış yavru sıcaklığı gibiderinlere saklanan yarınları özlemle bekleriz.

Bazen hayatın suyuna da gitmeliyiz. O bizi nerede bırakacağınıbilir. Prangalara vurduğumuz gönlümüzü salıvermek gerekir. Biz yumruk kadar olan kalbin muhaciriyiz. Ve kendi memleketimizedir hicretimiz!

Hayatın körebe oyununda tek kural sabırdır. Aslında gözlerimiz kapalı telaşımızı göstermedenilerleyebilmek için çabalarız. Hz. Fatıma (r.ha); “Ey telaşlı insan! Sana karıncayı ve bir arıyı incelemeni öğütlerim. Biri yerde, diğeri havada! Günde belki bin defa sabırla gider gelirler. Topraktan ve çiçekten götürdükleri göze bile batmaz; fakat yuvalarını açınca, yeraltında bir ambarla, kovanda bir bal tulumuyla karşılaşırsın. Nasıl oluyor diye düşünme! Sabır öyle bir güçtür ki, dileyene dağı devirtir.”  demiş ve bu gücün insan hayatına etkisini ne de güzel örneklemiştir.

Şimdilerde herkesin kalbi hem yaralı hem de yamalı! Ve yüreğimiz beş kuruş etmez bir yalnızlığın hamalı! Huzura yürümek varken hüzne takılıp kalmış ayaklarımız. Lâkin Mevlana ne öğütlemiş; “Yapraksız kaldım diye gövdeni kestirme, zirâ bu işin baharı da var.”

Yaşam, ömrümüzün ecza dolabı! Sen dalgınlıkla alnını ona çarparak kanatırsın. Sonra elini onun içine doğru uzatır ve belki yara bandı vardır diye umut edersin. Seni kan revan edenden medet umarsın. Tıpkı insan gönlünün tek ilacının Allah'ı anmak olduğu gibi!

Her ilacın bir yan etkisi vardır. İyileştirirken farklı bir taraftan ağrı, sızı çekmemize neden olan! Ama daha kötüsünden kurtulmak için hafif ağrılara katlanabiliriz. Tıpkı Ayet-i Kerime'de geçtiği gibi “ ! Biliniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.”(Ra'd suresi, 28)Sevilen, sevdiğinin nazını niye çekmesin ki?

Belki de hayatın körebe oyunu vuslata olan özlemdir. Gözün görmediği ama gönlün hissettiği sevgiliyi bulmaya çalışmak! Bir nevi insanlar bu dünyadan ebediyete göç edene kadar bu oyunu oynuyorlar. Hayata açılan pencerelerimizi kapatan kalın perdelerin, kornişlerden yanlara sıyrılıp, manevi ışığın yüreğimize dolmasını bekliyoruz.Ve işte o zaman tam manasıyla görebileceğimizi biliyoruz.

Hayat, içinde birden fazla oyun barındıran bir lunapark! Amaçoğu oyunlar tehlikeli ve yaşamımız için riskli! Bizi emniyette tutacak tek güvenlik kemerimiz ise Allah'a olan bağlılığımız. Onu göğsümüzden hiç çıkarmamalıyız. Kilidi sağlam, bizi her kazadan koruyacağına canı gönülden inanarak, yüreğimizin camına bir not iliştirmeliyiz;

“İNANÇ HAYATA BAĞLAR!”

Selam ve dua ile!