Zamanın Elleri isimli kaleme aldığı yüreğiyle tanıdım Aynur Hazar'ı.

''Kalbim kendiyle savaşıyor, hiç kimseyle değil'' diyerek başlamıştı söze.  Hangi zamanda, hangi mekânda ve hangi şartlarda yazıldı bilmiyorum. Ama inandığım, yaşama dair birçok acı tecrübe olduğu. 

Öyle değil midir zaten, çevrenizdeki insanlarla mutlu olabilmek için savaşmayı öğrenir sonra her yenilginiz de kendinize dönersiniz. (Yenilgi kelimesi demek yanlış oldu, belki de hayal kırıklığı olmalıydı.) Doğruluğuna inandığınız her şeyi, iyiliğini istediğiniz sevdiklerinize anlatmaya çalıştıkça, onların anlamamakta inat etmeleri neticesinde kaybedilen bir savaş.   Ve maalesef sizi içinize yönlendiren yenilgi! Kendinizi tekrar tekrar sorgulamanıza sevk eden yenilgi! Psikolojik acı çekmenize sebep olan bir yenilgi. Sonrasında da içinize dönüp sadece kendinizle savaşmaya başlamanız.

Bazen kendinizle olan savaşınız o kadar şiddetli geçiyor ve o kadar derin yaralar alıyorsunuz ki, yaranızdan akan kan, mürekkep oluyor kaleminize. Ve istemeden de olsa acılarınız, özlemleriniz, olmasını istediğiniz ama olamayan her ne varsa yüreğinizde, dökülüveriyor beyaz kâğıda. Acı olmadan güzel şeyler çıkmıyor. Hiç kimsenin acı çekmesini istemem ama bazen öyle oluyor ki, etkileniyorsunuz yürekten dökülenlerden ve istemeseniz bile, '' yazar iyi ki yaşamış bu acıları, yoksa bu kadar güzelliği okuyamayacaktık'' cümlesi geçiveriyor içsel dünyamda. Belki de yazarın yazdıklarını güzel bulmamızı, aynı acılardan geçmiş olmamız sağlıyordur, kimbilir??

İşte iyi ki yaşanmış demeye dilim varmıyor ama iyi ki kağıda dökülmüş dediğim kitaplardan biridir, Aynur Hazar'ın Kimliksiz Gemiden Mektuplar'ı.  Yazar, ''Ya Rab! Eksik etme canda dostun aşkını, Tende aşkın ateşini.'' duasıyla başladığı kitabında bir çok imtihana talip olduğunun farkındadır umarım. Aşka taliplik, büyük yürek işi... Çünkü Aşk büyük nimet, her büyük nimetinde külfeti büyük olur inancındayım. Kitapta diğer bir dikkatimi çeken ve en çok beğendiğim bölümlerden biri de, Aşk Üzre başlıklı yüreği Aynur hanımın. ''... Israr edeceğim aşk üzre olmakta. Ve aşkla öleceğim günün birinde... Âşık maşukuna kavuşurken, herkes kendince bir senaryo yazarken, kimse bilmeyecek. Elimden tutan ölüm değil, aşkın ta kendisi...'' Yazının tamamını keşke yazabilseydim buraya. 

Aşk, üç harfli ama çok bilinmeyenli denklem gibi. Tanımlaması zor, çözmesi zor, sabretmesi zor. Beşeri aşkta da böyledir bu, ilahi aşkta da. Aynur Hazar'ın değimiyle '' Aşk büyüdükçe, dünya küçülür''. Aşk bu tanımsız, bazen de mantıksız! Ve tabi ki aşk, ayrılıksız olmaz, olamaz belki de.

Neden acı, niye ayrılık diye sorduğumuzda ise yazarın cevabı , ''Genelde acı ve ayrılık üzerinedir sözlerim. Akıllarda ayrılıkların kadını olarak kalışımın nedeni budur. Mutluluk ve umut diğerleri ile aynı ölçüde işlemediğim konulardır. Belki de hayat bana en çok hayal kırıklığı armağan ettiğinden, bunu yasayanları çok iyi anlıyorum ve kendi deneyimlerimi onların ki ile harmanlamayı seviyorum. Bu da benim acılarımla yüzleşmeme ve bastırma ihtiyacı hissetmeden duygularımı yüksek sesle söyleyebilmemi sağlıyor. Mutluluğu ifade etmek, cıvıl cıvıl duyguları anlatmak her zaman daha kolaydır. Fakat çoğu zaman yüksek sesle “mutsuzum" diyebilmek zordur. Yazılarımı okuyanların en azından kısık sesle de olsa bir şeyleri kendilerine itiraf ettiklerini düşünüyorum. Bu asla karamsarlığa sevk etmek değil, iyileşmeye ve iyileştirmeye başlamaktır. Olduğunca elbette... ''

Acılarınızdan kurtulmak istiyorsanız eğer, uzmanların tavsiye ettiği gibi, üstüne gidin kendinize itiraf edin ve acılarınızla yüzleşin.. Acınız dinmese de, kabulleniş başlayacak ve bize başlarda büyük gelen acılarımız sıradanlaşacaktır.

Beğendiğim, okumaya değer bulduğum bir yürek Kimliksiz Gemiden Mektuplar. 

Yazar iyi ki yaşamış acılarını diyemeyeceğim ama yaşadıklarını ve hissettiklerini iyi ki kaleme almış, yoksa bu kadar güzellikten mahrum kalacaktık...

Ve yazarın en çok beni bulduğum dizeleriyle bitiriyorum bu hafta ki yazımı.

'' Dilimin ucunda bir bulut, ha yağdı ha yağacak.

Bende hep yağmur vakti!