1. İslâm Dini, ezberlenen ve orijinal el yazması belgelerle tespit edilen vahye dayanır. Hz. Peygamber âyetler indikçe, bunları, hangi sûreye yazılacağını da belirterek, sayıları otuzu aşan vahiy kâtiplerine bizzat yazdırmış ve yazılan metni bir defa okutarak kontrolünü yapmıştır. Deri, tahta, mermer veya hurma yaprağı gibi malzeme üzerine yazılan bu ilk belgeler, Hz. Muhammed hayatta iken tek kitap hâline getirilmemiş, ancak onlarca sahabe tarafından bütünü ya da çoğu sûreler ezberlenmiştir. Hz. Ebûbekir (ö.13/634) döneminde Yemâme savaşında (H. 12/M. 634) beş yüzün üzerinde sahabe şehit düşünce, Hz. Ömer, Kur’an’ın zâyi olmasından korktu. Halife Ebûbekir’le bu konuyu görüştü. Sonuçta Zeyd İbn Sâbit (ö. 45/665) başkanlığında toplanan bir komisyon, bütün yazılı Kur’an belgelerini topladı ve bunların Hz. Peygamber’in huzurunda yazıldığını, en az iki tanıkla teyit ettirerek, bir nüsha “Mushaf-ı Şerif” kaleme alındı.

Buna göre Kur’an’ın tespiti; a) Yazılı belge, b) İki tanık, c) Kur’an hâfızı sahabîlerin belleği olmak üzere, “üçlü bir denetimle” yapılmıştır. Hz. Ebûbekir, Ömer ve ondan sonra kızı Hafsa (ö.41/244) yanında korunan bu “İmam Nüsha” dan, Hz. Osman döneminde yine Zeyd İbn Sâbit başkanlığında kurulan ikinci bir komisyon tarafından, “okuma farkı”, kimi harf ya da sözcüklerde görülen “yazım farkı” gibi, kimi bölgelerde ortaya çıkan farklılıklar, bir çeşit edisyon kritik yöntemiyle, çoğaltılan altı nüshaya yansıtılmıştır. Bu nüshalar Mekke, Kûfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderilmiş, bunlara göre eğitim için de buralara birer muallim görevlendirilmiştir. Bu nüshalardan kimisinin, ya da bizzat bu nüshalardan çoğaltılan el yazması metinlerin, günümüzde İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul Türk- İslâm Eserleri Müzesi, Taşkent, Kâhire el-Meşhedü’l-Huseynî gibi yerlerde bulunduğu bilinmektedirDiğer semâvî kitaplar böyle bir titizlikle korunamamış ve değişikliğe uğradıkları için orijinallikleri kalmamıştır.

2. İslâm, Hz. Adem’den beri devam eden tevhid zincirinin son halkasını teşkil eder. Yeryüzündeki bütün insanları tek Allah inancına çağırır ve son Peygamber Hz. Muhammed’in etrafında toplanmaya davet eder.[2]

3. Fıtrî ve evrensel bir dindir. Diğer semâvî dinler belli bölge veya belli asırların ihtiyacına göre indirilmişken, İslâm bütün yeryüzü halkının kıyamete kadar olan ihtiyaçları dikkate alınarak indirilmiştir. Son din olduğu için de en mükemmeldir. Onun esasları insan yaratılışına uygundur, pozitif bilimlerin belirlediği prensiplerle de çelişmez. Çünkü dünyayı, gökleri ve bunlardaki her şeyi yaratan Allah Teâlâ’dır. Kur’an-ı Kerim’i indiren de O’dur. Kaynak bir olunca bunların arasında çelişme söz konusu olamaz.

4. Hz. Peygamber, insanların ve cinlerin peygamberidir. Diğer peygamberlere veya ümmetlerine verilmeyen bazı üstünlükler ona ve ümmetine verilmiştir. Bütün peygamberlerde ortak olarak bulunan emânet, sıdk, fetânet, ısmet, tebliğ sıfatlarından ayrı olarak, Hz. Muhammed’e beş sıfat daha verilmiştir. Âlemlere rahmet oluşu, şefâat makamının verilişi, yeryüzünün onun ümmetine mescit yapılması, savaş ganimetlerinin helâl kılınması ve bir aylık mesafedeki düşmanın kalbine korku salmakla yardım olunması bunlar arasındadır. Önceki peygamberlerden farklı olarak verilen bu değerleri Rasûlullah (s.a.s) Tebük Gazvesi sırasında ashab-ı kirâma şöyle açıklamıştır: “Benden önce hiç bir Peygambere verilmeyen beş haslet bana verilmiştir. Bunlar şunlardır: a) Bir aylık mesafedeki düşmanın kalbine korku salmakla yardım olundum. b) Yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı, ümmetimden bir kişiye nerede namaz vakti olursa, orada namazı kılsın. c) Bana ganimetler helal kılındı. d) Önceki peygamberler belli bir kavme gönderilirken, ben bütün insanlara gönderildim. e) Bana şefâat makamı verildi” [3] Ancak bu üstünlüklerine rağmen Hz. Peygamber övünmeyi ve övülmeyi sevmezdi.[4]

5. İslâm ırk, renk, dil ve servet farkı gözetmeksizin insana insan olarak değer vermiş, üstünlüğün ancak iman, takvâ ve ahlâk güzelliğinden dolayı olabileceğini belirtmiştir. Bu yüzden, Arab’ın Arap olmayana, beyazın siyaha takvâ dışında üstünlüğü yoktur. Herkes Hz. Adem’in soyundan gelmiş ve Adem de topraktan yaratılmıştır. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık, birbirinizi tanımanız için de sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz takvada en üstün olanınızdır.” [5]6. İslâm içkiyi, kumarı, tefeciliği, zinayı, yalan söylemeyi, zulüm ve haksızlık yapmayı yasaklamış, iyiliği, yardımlaşmayı, adaleti, yoksulları ve düşkünleri gözetmeyi emretmiştir. Rasûlullah (s.a.s); komşusu açken, tok olarak sabahlayanın; kendisi için sevip arzu ettiği şeyleri, diğer mü’min kardeşleri için de sevip arzu etmeyenin gerçek mü’min olamayacağını haber vermiştir.

7. İslâm beden ve ruh temizliğini istemiştir. Günde beş vakit namaz için alınan abdest ve haftada en az bir defa alınan boy abdesti ile elbise ve ibadet yapılacak yerlerin temiz tutulması, küçük ve büyük abdest bozduktan sonraki temizlikler, yemekten önce ve sonra ellerin yıkanması, dişlerin temizlenmesi maddî temizlik örneklerindendir. Namaz abdesti ile boy abdesti aynı zamanda manevî temizlik niteliğindedir.

İnsanın beden temizliğinin imanın yarısı olduğu, temiz olanın rızkının genişleyeceği ve sağlık kazanacağı hadis-i şerifle bildirilmiştir. Hz. Peygamber de temizliği sever, temiz giyinir, koku sürünür, saçlarını tarar, yemekten önce ve sonra ellerini yıkardı. Yüce Allah’ın ona ilk emirlerinden biri; “Ey örtüye bürünen! Kalk ve insanları uyar. Rabbini büyük tanı ve giysilerini temizle” [6] olmuştur. Câbir İbn Abdillah (r.a)’ten rivâyete göre Nebî (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Ümmetime güçlük olmayacağını bilseydim, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim

İnsanın ruhu, özünü ve aslını teşkil eder. Beden yalnız ruha kılıf ve onu madde ve fizik alemi olan dünyada taşıyıcılık görevi ifa eder. Dünyada bedenle yapılan ibadet, taat, hayır, hasenat ve diğer salih ameller ruhun terbiye ve yücelmesi içindir. Allah Teâlâ’ya kulluk, zikir, şükür, hamd ve tesbih sayesinde kalbin tasfiye ve tezkiyesi mümkün hale gelir. Kalb bu sayede gurur, kibir, hased, yalan, kin, gaflet ve dalâlet kirlerinden arınır. İlâhî nurla aydınlanır. Kendini tanıyınca Rabbini tanır. Kalbin huzura kavuşması ancak Yüce Allah’ı zikirle gerçekleşir. Kur’an-ı Kerim’de; “Dikkat et, kalplerin huzura kavuşması, mânevi rahatlığa ermesi, ancak Allah’ın zikri ile olur.” buyurulur. Devam edecek…