İnsanoğlu kimi zaman maddi ve manevi sıkıntılı günler geçirir, bazen geceler uzar gider dertleri içerisinde kaybolur. Zor gününde yanında olmayan birçok iyi gün dostu, fırtına geçtikten sonra hemen yanına sokulur “Ben de senin en sadık dostunum” der. Oysaki Fırtınanın ne getireceğini bilemediği için birçok omurgasız insan tehlikenin geçmesini bekler. Tehlike geçtikten sonra duracağı yerde durur. Ama hiçbir menfaat gözetmeksizin Allah rızası için bir davaya gönül vermiş insanlar fırtınalı günde de güneşli günde de gemiyi terk etmez.

Peygamber Efendimizin on üç yıllık Mekke dönemine baktığımız zaman Müslümanları acı, sıkıntı ve zor günler beklemektedir. Peygamberimizin yanında yer alan kesinlikle bir dünya menfaati göremeyeceği gibi acımasız Mekke müşriklerinden cefa çekmeyi de peşinen kabulleniyorlardı. Onun için Mekke döneminde münafık yoktur. Çünkü Mekke döneminde Ebu Cehil'in kırbacını yiyen Ammarlar, Umeyye b. Halef'in kızgın demirlerini göğsünde hisseden Bilaller vardı. Dünyalıklara önem vermeyen samimi insanlar acı ve işkencelere göğüs germiş ama en ufak bir sapma göstermemişlerdi.

Ne var ki bu zor dönemler geçmişti. Medine'ye hicret başlamış, bir nebze de olsa artık Müslümanlar rahat yüzü görmüşlerdi. Burada da imanlarını yaşama ve Allah yolunda cihat etmekle sınanacaklardı. Ama her şeyden önemlisi özgürdüler, inançlarını rahat yaşıyorlardı. Peygamberimizle birlikte savaşlara giren sahabeler korkusuzca düşmanla çarpıştılar, destanlar yazdılar. Daha sınanacak zorlu günler bekliyordu onları. Medine'ye kadar gelip Müslümanlara savaş açanlara karşı yiğitçe saflarını bozmadan duran kahraman sahabeler sekiz yılın sonunda ayrılmak zorunda kaldıkları Anayurtları Mekke'ye giriyorlardı. Mekke'nin fethi müyesser olmuş, Peygamberimiz gitmek zorunda kaldığı baba ocağı Mekke'ye mübarek başı devesinin eğerine değecek şekilde mütevazilikle giriyordu. Dünyada emsali görülmemiş bir bağışlama ile Peygamberimizin engin şefkat ve merhameti düşmanlarının tüm suçlarını örtüyordu. Bu af ve bağışlanma ancak Allah'ın terbiye ettiği bir Peygamberden sadır olabilirdi. Kimin önceden ne yaptığı, kime vurduğu, kime hakaret ettiği önemli değildi. Hepsi unutulmuştu. Onların yaptığı gibi misliyle hareket etmek Müslümanlara yakışmazdı. Daha sonra Müslümanların bu güzel ahlakını gören yüzbinler Mekke'nin Fetih günü Müslüman oldular.

Kimse yeni Müslüman olanları kınamadı. "Zor günde yanımızda olmadınız. Siz iyi gün dostlarısınız" demediler. Bilal Kalkıp "Siz Ey Mekke'nin zengin çocukları!  Babalarınızın mallarıyla zenginlikte hayat sürerken ben Mekke'nin sokaklarında tasmayla dolaştırılıyordum" demedi. Çünkü O büyük insanın aldığı eğitim ve nebevi terbiye Bilal'i diğer insanlardan büyük göstermedi. Hatta Peygamberimiz Huneyn Gazvesinde Mekke'nin Fethinden sonra Müslüman olan insanlara daha fazla ganimetten pay verdi. Dünyalıklarla sevinmeye alışmış O insanların kalbini kazanmak için... Zor zamanda Peygamberimizin yanında yer alan bir avuç Fakir Müslümanlara da şöyle sesleniyordu: Sizler Birilerine çok mal verdim diye mi güceniyorsunuz. Onlar develeriyle, koyunlarıyla evlerine dönerken; Siz Allah ve Resulüyle dönüyorsunuz diyordu. Çünkü zorluk günlerinde Peygamberimizi bırakmayan o aziz sahabeler için dünya malı pek değerli değildi. Zira onlar “Ey iman edenler! Allah ve Resulü size hayat verecek hakikatlere sizi dâvet ettiğinde ona icabet edin. Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer (dilediği takdirde arzusunu gerçekleştirmesini önler) ve siz dönüp O'nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal,24) ayeti kerimesindeki hakikatin sırrına iman etmişler, kendilerine hayat verecek değerlerin Allah ve Resulünün sevgisinde olduğunu görmüşlerdi.

Zor zamanda verilen hiçbir emek boşa gitmemiş, yapılan fedakârlık, çekilen çile zayi olmamış Rabbimiz en güzeliyle onları ödüllendirmiştir. Hatta öyle ki Fetihten önce iman edenlerle fetihten sonra iman edenlerin mükâfatının bir olmayacağını bildirmiştir. Yüce Rabbimiz “Elbette içinizden, fetihten önce infak eden ve cihat edenler, daha sonra infak edip cihat edenlere eşit değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve cihat edenlerden daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vâdetmiştir. Allah'ın yaptıklarınızdan haberi vardır.” (Hadid,57) buyurmuştur.

Dost olmak, zor zamanda da dar zamanda da menfaat gözetmeden Hak bildiğin yerde durmaktır. Zoru gördüğü zaman kaçıp, insanlar rahata erince usulca yanına sokulmak dostluk değildir. İbrahimce duruş ateşe atılacağını bilsen de Ateşin Rabbi olan Allah'ın dostunu yakmayacağına iman etmendir. Rabbim esen rüzgâra göre hareket etmeyen, hakikati ateşin yanında görsen de ateşin yanında durabilme dirayetini gösterebilenlerden eylesin.