Sorgulamayan insanın dünyası sığlaşır! Hedefe giden yol, doğru sorulardan geçer. Cevaplar hep yetersizdir ama sürecin devamı için ihtiyaç duyarız. Önemli olan bizi sonuca en kısa yoldan ulaştıracak soruyu sormaktır. Hakan Günday “Yeryüzündeki tek azınlık yanıtlardır. Her şeyi ve herkesi sorular yönetir.” derken tam olarak bundan bahsediyordu.  Ben son zamanlarda hep şu soruyla karşılaşıyorum. İnsanlık nereye gidiyor? Bizim asıl sorunumuz bu değil! Doğru soruyu sormuyoruz kendimize. Sormamız gereken soru şu ki: “İnsanlık bu hale gelirken biz ne yapıyorduk?” Söyleyeyim: Eleştiri! Ama öyle böyle değil, sanki bizim kınamamla her şey düzelecekmişçesine yoğun bir baskıyla yaptığımız eleştiriler. Daha az tepki gösterirsek önemsemediğimizi düşünecekler korkusuyla yaptığımız fütursuz yorumlar.

Şimdilerde bu davranışa siber zorbalık diye dijital bir isim verildi. Çünkü insanlar sosyal medya aracılığıyla kendi kimliklerini gizleyerek oluşturdukları kurmaca bir profille, içlerindeki nefreti etrafa kusmayı alışkanlık haline getirdi. Bir yerde linç mi var hurra, bir yerde ifşa mı var anında hazırlar insanları damgalamaya. Hani aile içinde yanlış olarak atfedilen bir durum olduğunda aman duymasınlar “el âlem ne der” dedikleri el var ya hah işte bu kesim o kesimle eş değer benim nezdimde. Farkında olmadan hayatımız hakkında söz sahibi yaptığımız insanlar, gün geliyor acımızı bile eleştiriyor. Ayıbımızı, günahımızı dillendirmelerinden geçtim; içimize sığdıramadığımız, yaşamaktan çekindiğimiz acılarımızı bile beğenmiyorlar…

Kendi yağında kavrulan, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan insanlara özlemimiz giderek artıyor. Biz istiyoruz ki kalabalıklar içinde yaşayalım ama özgürce. Bu biraz zor görünüyor. İnsanlar bir şekilde bir yolunu bulup hayatımıza kendilerini dahil ediyorlar. Bunun önüne geçmek için çok geç kaldık. Çünkü kişisel alanımızı haddinden fazla geniş tutuyoruz. Zaman zaman yorum programlarında çıkıp teknolojiyi eleştiren profesörlere içten içe kızıyorum ama haklı oldukları birkaç nokta var. Nesilden nesile aktarılacak değerde bir kültür kalmadığı ortada çünkü günden güne yitirdiğimiz bir kıymet var: Saygı… İnsanların özel hayatına saygımız kalmadı. Her işin başı sağlıksa, her ilişkinin başında da saygı olmalı. İnsan ilişkilerinde göz ardı ettiğimiz kriterler, zamanla bizden çok şey götürüyor. Bunun en somut örneğini sadece soyut bir şekilde açıklayabilirim. Üstelik en güvenilir kaynaktan. Kur’an-ı Kerim’de bizlere iyi bir insan olmayı öğretmek adına din ve dünya hayatımızı anlamlandırmamız için ayetlerden bahsedilir. Bu ayetlerin geneline baktığımızda Kur’an bize şöyle seslenir. “Hiç işitmez misiniz?” “Hiç akıl etmez misiniz?” “Hiç düşünmez misiniz?”

Bizim kriterlerimizi ise daima nefsimiz belirliyor. Daha iyisi, daha güzeli diye diye manayı tükettik. Dış görünüşe, şaşaaya, satın alma gücüne güvenen insanlar sürekli bir arayış içinde. Düşünmeden konuşan, duymadan inanan, hissetmeden yaşayan bir nesil türedi. “İnsan görünüşü ile karşılanır, kişiliği ile uğurlanır!” sözüyle sizleri baş başa bırakıyorum. Hayattan beklentiniz ne? Beklentinizin sizdeki karşılığı ne ölçmenizi istiyorum. Sanıldığının aksine hayat mı bizim yüzümüze gülmüyor? Yoksa biz mi hayatın gülüşünü göremiyoruz merak ediyorum.

Dünya tiyatrosunda hepimizin bir sahnesi var ve hepimiz bu sahneyi en iyi şekilde kullanmalıyız. Kimimiz başrol, kimimiz figüran bu hayatta. Bunun farkında olarak yaşamı idame ettirmek, beklentilerde aşırıya kaçmamak ve hikâyemizin hakkını verebilmek için bilinçli bir şekilde yaşamalıyız. İnsan kendini ararken, bulduklarının derinliğinde boğulan bir varlıktır. Kendimiz hakkında öğrenebileceklerimizin sınırlılığı içinde debelenmek yerine, kişiliğimizi en iyi şekilde sergilemeliyiz. İnsanın kendi kendini idare etmesinden daha mühim olan bir şey varsa eğer; o da kolektif bir yaşam içinde olduğunu unutmamasıdır.