Mevlana’yı anlamak için çaba harcarken hangi zorluklarla karşı karşıya kaldığını bilmemek kişiyi manevi olgunluğa da eriştirmez. Bir Mevlana aşığı olan Mehmet Demirci de bu sürecin ayrıntıalrını anlattı. Mevlevilikte çilenin önemini anlatan Demirci, çilehaneleri de “olgunlaşma sürecini geçirdikleri yerdir” tarifi yapar.

Manevi olgunlaşmanın yolu İnsanın nefsine, yani aşırı isteklerine savaş açmasıdır. Bu savaşın uygulamasına Mevlevilikte “çile” denir ve 1001 gün sürer, hizmetle yapılır. Hizmet, olgun birinin yanında, onun eğitimi altından bulunarak devam eder. Gözlem yoluyla Öğrenme, bir model şahsı taklit etme ve örnek alma iyi bir olgun­laşma yöntemidir. Çile müddetince model şahıslardan âdap, erkân ve davranış kuralları öğrenilir

Çileye girmek mutfakta başlar. Mutfak (matbah) sadece yemeklerin hazırlanıp pişirildiği yer değildir. Aynı zamanda Mevlevi dervişlerinin çileye soyunup, hazırlanma, yetişme, pişme ve olgunlaşma sürecini geçirdikleri yerdir.

Çileye başlayan aday, başta kendisinden önce çileye girmiş olanların hizme­tini seyreder. Daha sonra ayakçı, pazarcı, bulaşıkçı, somatçı, meydancı gibi hizmet­lerde bulunur. Bu arada semâ çıkarır. Ayrıca kabiliyetine göre şiir, edebiyat, musikî, hat gibi güzel sanat alanlarında ilerler. Bu yolculuğu tamamlayanlara ancak hayranlık duyulur.

Şeyh Galib, İsmail Dede Efendi, Tahiru’l-Mevlevi gibi bir çok ileri gelen isimler Yenikapı Mevlevihanesi’nde çile çıkarmışlar; en basit hizmetlerden başlayıp sonunda kemale ermişlerdir.

GİRİŞ

Varlık ve oluş sürecinin nihâî amacı, ”insan” denen canlının ortaya çıkma­sıdır. İnsan hilkatin illet-i gâiyyesidir, gaye sebebidir: o meydana gelsin diye var oluş cereyan etmektedir.

İnsanla kasdedilen, ‘”insan türü”nün genel adıdır. Her insan aynı seviyede değildir. İdeal insan “insân-ı kâmil” denen olgun/yetkin insandır. Kur’an’da “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler, yani beni bilsinler ve tanısınlar diye yarattım.” (Zâriyat, 51/56 ) denir. Allah in muradı herkesin kemâle ermesi, olgun­laşması, O’nun ahlakıyla ahlâklanmasıdır. İnsanların selâmete, sulha, esenliğe (İslâm”a) kavuşmasıdır.

Bu imkân ve potansiyel herkes için vardır. Allah insana kendi ruhundan üflemiştir (Sâd, 36/72). Onu mükerrem, şerefli kılmıştır (İsrâ, 17/70). Ona hikmet ve ilim vermiştir (Nisa, 4/113). İnşam ahsen-i takvim üzere (en güzel biçimde) yaratmıştır; ama o esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına) de yuvarlanabilir (Tîn, 95/4-5). İnsanda olumsuz bir yön de bulunmaktadır. İçimizde çeşitli kötülük eğilimleri barındırırız. Aceleciyizdir, zayıfızdır.

İnsan ikili bir yapıya sahiptir. O, beden ve ruhtan, madde ve mânâdan oluşmaktadır. Bu zıtlıktan bir çatışmanın doğması tabiîdir. Önemli olan ve olgun insandan beklenen, bu çatışmadan bir ahenk ve güzellik meydâna getirebilmesi­dir. Bu mümkündür. Dinin bütün amacı, bu ahengi ve dengeyi yakalamada insa­na yol göstermektir.

İnsanın mutluluğu maddesi ile mânâsı, nefsi ile ruhu ve kalbi arasında denge kurabilmesine bağlıdır. Bu denge maddî ve nefsanî güçleri kontrol altına almakla kurulur.

MEVLEVÎLİKTE ÇİLE

Mevlevîlikte erbaîn ve halvet yerine “çile” kelimesi kullanılır. Süresi üç yıla yakındır. Bir başka ifadeyle 1001 gün süren bir hizmet uygulaması şeklindedir.

Mevlevîlik tasavvuf kurumları içinde teşkilâtlanma, âdap, erkân ve kurallar bakımından önde gelen bir özellik taşır6. Mevlevî dergâhları bu fonksiyonlara uygun ayrıntılı bir yapılanmaya sahiptir. Geniş bir bahçe içinde bina edilen büyük Mevlevî dergâhları, yani âsitâneler, semahane, türbe, mescid, matbah-ı şerif (mut­fak), meydân-ı şerif , dede hücreleri, selâmlık ve harem dairesinden oluşur. Buna paralel olarak kalabalık bir insan kadrosunun bulunacağı tabiidir.

Çile çıkarılan büyük Mevlevîhânelere “âsitâne” denir. Bu dergâhlar derece­lerine göre şöyle sıralanır: Konya, Afyon, Manisa, Kütahya, Halep mevlevîhâneleri; İstanbul’da: Galata, Yenikapı, Kasımpaşa, Beşiktaş mevlevîhâneleri; Bursa, Kahire, Kastamonu, Eskişehir, Gelibolu, Rumeli Yeni Şehri (Larissa) Mevlevîhâneleri”

Mevlevîlik’te çile bir olgunlaşma eğitimidir. “Rıza” kelimesinin ebced hesa­bıyla karşılığı 1001 sayısına tekabül eder. Bu İlişki sebebiyle çileyi tamamlamakla “rızâ’; arasında bir bağ kurulmak İstenir. Rızâ usûl-i aşere geleneğinde tasavvufî makamlar içinde en son nokta olarak kabul edilir.8 Bu çile süresinde adayın böyle bir olgunluk seviyesine çıkması beklenir.

Üç seneye yakın bir müddet devam eden çile, bir ruh bilgisine dayanırdı. Şarka mahsus garip bir tevâzûya sahipti. Buradaki tevâzû aşağılık kompleksi do­ğurmaktan uzaktır. Tamamen nefis terbiyesine yöneliktir. Başarısızlık durumun­da adayın haysiyeti rencide edilmez, sâdece dervişin kapı önündeki pabuçlarının yönü dışarıya doğru çevrilirdi. İncitici laflar söylenmeden bu zarif hareketle mak­sat anlatılırdı.

EĞİTİM ARACI OLARAK ÇİLE

Mevlevîlikle çilenin hizmetle devam ettiğini söylemiştik. Hizmet, en ger­çekçi eğitim vâsıtalarının başında gelir. “Hizmet” kelimesi günümüz anlayışında nisbeten düşük seviyeli bir çağrışıma sahipse de aslında öyle değildir ve tam da etkili eğitimi sağlayacak bir yoldur. Hizmet kendini aşmanın, nefsi alt etmenin, kibri kırmanın, şefkatin, sevginin başlıca yollarından biridir. Tasavvufta ”himmet hizmetledir” ve “halka hizmet Hakk’a hizmettir” gibi düsturlar geçerlidir. “Seyyidü’l-kavmi hâdimühüm” (bir topluluğun efendisi ona hizmet edendir.) ifadesi bir pey­gamber buyruğu kabul edilir. Tasavvufi biyografilerde bir şahıstan söz edilirken zaman zaman şu ibareler yer alır: “Falana şu kadar yıl hizmet etti.” Bu ifâdeyle kastedilen sâdece onun ayak işlerini gördü, ona hizmetçilik etti demek değildir. Onun yanında, onun eğitimi altında bulundu, ondan eğitim öğretim gördü anla­mı taşır. Bu tür eğitim daha etkili olur. Öğrenici durumdaki kimse rehber kişinin hâlini, tavrını, davranış biçimini daha yakından görür. Onun haliyle hallenmeye, onun boyasına boyanmaya çalışır. Hz. Ali, Enes b. Mâlik gibi peygamberimize yakın sahâbîler bu yolla eğitilmiş ve daha iyi yetişmişlerdir.

Gözlem yoluyla öğrenme, bir model şahsı taklit etme ve örnek alma; mo­dern eğitim psikolojisinin de kabul ettiği eğitim, öğretim ve gelişim metodları arasında yer alır. Farklı ve yüksek statülü kişilerin davranışları daha çok dikkat çekici ve taklide elverişlidir. Meselâ “öğretmen” en çok model alınan kişilerden biridir.

Çile müddetince model şahıslardan âdap-erkân ve davranış kuralları öğreni­lir. Mevlevî dergâhlarında her şeyin bir edebi ve kaidesi vardır. Bu âdab, erkân ve kuralların dışına çıkılmaz ve onlar bozulamaz. Görünmeyen bir otorite dergâhın bütün havasına sinmiştir.

“Sofrada kaşığın nasıl tutulacağından, suyun nasıl içileceğine, tennurenin nasıl giyileceğinden, selamlaşma, emir alma; pabuç giyip çıkarma, oturma ve kalkmaya kadar her şey, kısaca günlük hayatın bütün davranışları bu kuralların ışığı altında düzenlenir. Dergâhta terbiye gören derviş, eğitiminin sonunda, Mev­levî üslûbunun topluma sunmaya çalıştığı İnsan tipininin özelliklerini ve mesajla­rını taşır.”

PROF. DR. MEHMET DEMİRCİ KİMDİR?

1942’de Konya’nın Bozkır ilçesine bağlı Kovanlık köyünde doğdu. Konya Akçeşme İlkokulu ve Konya İmam-Hatip Okulu’nda okudu. 1965’te İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun oldu. Orta dereceli okullarda iki yıl öğretmenlik yaptı. Tasavvuf Tarihi dersi için yapılan sınavla, 1969 sonlarında İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü’ne atandı. Enstitü 1982’de Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne dönüştü.

1984″te “doktor” unvanı aldı. 1987’de “doçent”, 1994″te “profesör” oldu. İlâhiyat Fakültesi’nde 40 yıla yakın Tasavvuf dersleri okuttu.

Öğretim üyeliği yanında, çeşitli zamanlarda Fakülte Kurulu üyeliği, İlâhiyat Meslek Yüksekokulu Müdürlüğü, Temel İslam Bilimleri Bölüm Başkanlığı görevlerinde bulundu.

Kazakistan’da Hoca Ahmed Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi’nde 6 ay öğretim üyeliği yaptı.

Mayıs 2009’da emekli oldu.

TRT radyosunda uzun yıllar Ramazan için kuşak programlar yaptı. Hâlen İzmir Yeni Asır gazetesinde haftada iki gün köşe yazısı yazmaktadır.

Muhabir: TE Bilişim