Felaketler birbirini kovalamaya başladı. 1911’de İtalyanlar eski bir Osmanlı toprağı olan Trablusgarb’a (Libya’ya) saldırdılar. İttihatçıların hain Sadrazamı İbrahim Hakkı Paşa burasını adeta işgale amade bir hale getirmişti. Oradaki askeri Yemen’e sevk etmiş, askeri vali ve kumandanı da bir bahaneyle İstanbul’a celb etmişti. Halbuki kendisi, Roma büyükelçiliğinden sadrazamlığa intikal etmiş bulunuyordu. İtalyanlar’ın niyetlerini, herkesden iyi bilmesi gerekirdi. Ancak bütün bunlar bir tarafa, Trablusgarb çıkarması hakkındaki İtalyan ültimatomu kendisine ulaştığında dahi Osmanlı ordusunda müşavir olarak çalışmakta bulunan İtalyan asıllı Robilan ile “biriç” oynamaktaydı. Arzedilen ültimatomu: “Şuraya koyun; oyunum bitsin!..” diyerek saatler sonra açmak gibi bir gaflet ve ihanet göstermişti.

İttihat ve Terakki hükumetinin gaflet ve cehaletleri, bununla da bitmedi. Trablusgarb’daki mahalli mukavemet devam ederken Balkan Harbi çıktı. Ordunun hiçbir ciddi hazırlığı ve istihbaratı yoktu. Düşmanın süratle ilerlemesi karşısında Selanik’i tehlikede gören İttihat ve Terakki hükumeti, Sultan Abdülhamit’i oradan İstanbul’a nakletmek teşebbüsünde bulundu. Sultan Abdülhamit, ne sebeple İstanbul’a nakledilmek istendiğini sorunca, kendisine karşı karşıya bulundukları askeri tehlike nakledilerek, düşmanın Selanik’e yaklaşmakta olduğu bildirildi. Padişah’ın dış dünya ile yıllardan beri bütün alâkası kesilmiş bulunduğundan olup bitenlerden haberi yoktu. Durumu öğrenince dehşete kapıldı ve: “Galiba siz kiliseler meselesini hallettiniz!..” diye hicranla haykırdı. Ardından bunu kendisine haber veren Rasim Beye büyük bir öfke ile: “Rasim Bey! Rasim Bey!.. Selanik demek, İstanbul’un anahtarı demektir! Ordumuz nerede, askerimiz nerede?.. Ecdad kanlarıyla sulanan bu toprakları nasıl terk ederiz? Biz buraları bırakıp gidersek, tarih ve ecdad bizim yüzümüze tükürmez mi?.. Biraderim Hazretleri, buranın tahliyesine razı mı oldular? Nasıl olur? Hayır, ben razı değilim!.. Yetmiş yaşımda olduğuma bakmayın! Bana bir tüfek verin, asker evladlarımla beraber Selanik’i son nefesime kadar müdafaa edeceğim…” dedi.

Fakat kendisine Sultan Reşad’ın selamı ve ricası iletilince, bir Osmanlı hanedanı mensubu olmanın mesuliyeti ile Padişah’ın iradesine boyun eğmek zorunda kalarak İstanbul’a nakledilmeyi kabul ederken, büyük bir teessür içindeydi.

Doğruydu. Balkan kavimlerinin aralarında bir ittifak kurulmasının asıl sebebi, kiliseler meselesinin halledilmiş olmasıydı. İttihat ve Terakki idaresinin cehalet ve hıyanetinin layıkıyla anlaşılıp takdir edilebilmesi için kiliseler meselesinin kısaca izahı zaruridir: 93 Harbi felaketinden sonra Bulgaristan bize pamuk ipliği ile bağlı, dahili idaresinde serbest bir prenslik haline getirilmişti. Onun da Yunanistan gibi ilk fırsatta istiklâlini ilân edeceği belliydi. Bu ihtimali bertaraf etmek için Sultan Abdülhamit, o dahiyane siyasetiyle şu tedbire başvurmuştu: Bulgarlar da Yunanlar gibi ortodoks mezhebine mensubdular. Ancak asırlardan beri din adamı yetiştirmedikleri gibi kendilerine mahsus kiliseleri de yoktu. Sultan Abdülhamit, onları dini bakımdan Yunanlılar’dan ayırmayı düşündü. Bunun için İstanbul’da Balat’taki Rum ortodoks patrikliğinin karşısına bunların Rum patrikliğine muadil ve onunla aynı hukuka sahip “erksahlık” adıyla Bulgar kilise riyasetini tesis etti. Patrikhane demek olan bu müessesenin binasını, Berlin’de ve gizlice çelik parçalar halinde imal ettirip yine gizlice İstanbul’a getirtti. Ve ustaları sabaha kadar çalıştırıp bir gecede monte ettirdi. Sabahleyin rum papazları gözlerini açtıklarında, karşılarında kendilerine rakip bir patrik binasını, levhası asılmış olduğu halde görünce, dehşete kapıldı. (Hala yerinde duran Bulgar erksahlığı, Türkiye’de ilk prefabrik binadır.)  Bu surette Bulgar kilisesi, Sultan Abdülhamit’in bu siyasi manevrası ile teessüs etmiş oldu. Bunun bir ihtiyaç olduğu ortaya çıkınca, Bulgar ve Rumların müştereken oturdukları yerlerde kavga başladı. Rum papazların idaresinde ayin yapan bu gibi kiliseleri Bulgar erksahlığına bağlamak için mücadele ederek Bulgarları ve buna karşı çıkan Rumları da yıllarca oyalayan Sultan Abdülhamit Han, her iki tarafa da bir mavi boncuk vermek kabilinden meseleyi devamlı bir surette tehir ederek kedi-köpek gibi bu iki kavmin birbirlerine karşı gerginliğini sağlamıştı.

Harbin sonu belli olmaya başladığı hengamede, Sultan Abdülhamit’i devirmekle hata ettiklerini nihayet anlayabilen İttihat ve Terakki reisleri Enver ve Talat Paşalar, artık Beylerbeyi Sarayı’nda ikamet etmekte bulunan tahttan indirilmiş Padişahı ziyaret edip fikrini sordular. O koca Sultan, bir atlas getirterek onlara, İngiliz sömürgelerini göstertti. Nüfuslarını yekun ettirdi. Sonra Almanların sömürgelerini sordu. Tabii Almanların sömürgesi olmadığı ortaya çıktı. Sultan keder dolu bir hüzünle: “Şu hesabı da mı yapamadınız? Hiç İngiltere’ye karşı Almanların yanında harbe girilir miydi? Ben Almanları, İngiliz emellerini dengelemek için kullandım. Bundan öteye bir şey düşünmedim. Şimdi fikrimi soruyorsunuz!.. Bu evvelce gerekliydi; artık çok geç!..” dedi. İkisi de nemli gözlerle sarayı terk ederlerken: “Bizler böyle bir sultanın kıymetini takdir edemedik! Ne büyük bir hataya düştük!..” diyorlardı.

Çanakkale Savaşı esnasında düşman donanmasının Marmara denizini geçebileceği endişesi ile tedbir olarak padişah ve hükumetin Eskişehir’e nakli kararlaştırılmıştı. Abdülhamit Han, durumdan haberdar olunca bunu büyük bir cesaret ve şecaatle ret ederek: “Ben Fatih Sultan Mehmet Han’ın torunuyum!.. Hiçbir zaman Bizans imparatoru Kostantin’den aşağı kalamam! Dedem Fatih İstanbul’u alırken, Kostantin askerinin başında savaşa savaşa ölmüştür. Biraderim nereye giderlerse gitsinler.. Fakat bilinmelidir ki, o ve hükûmet, İstanbul’dan ayrılırlarsa bir daha dönemezler. Bana gelince; ben, Beylerbeyi Sarayı’ndan ayağımı dışarıya atmam!” dedi. Nitekim O’nun bu kararlılığı karşısında padişah ve hükûmet İstanbul’da kaldı. Böylece devletin daha o gün yıkılması önlenmiş oldu.

Son derece yoğun, yorgun ve çileli bir ömürden sonra Abdülhamit Han, yetmiş yedi yaşında 10 Şubat 1918’de rahmet-i Rahman’a kavuştu. Mekanı cennet olsun!..