İçerisinde bulunduğumuz vakitlerin hassasiyetine binâen bugünlerde çokça duâlar ediyoruz…

Evlerimizde, namazlarımızın ardından, sosyal medya mecrâlarında, minarelerden, telefonla görüşmelerimizin akabinde, radyo-televizyon programlarında, attığımız mesajlarda, yazıp-çizdiklerimizde vs…

Elbette duâ edeceğiz, zira kâinatın dengeleri onun üzerine kurulu…

Ve Rabbimizin, fiilî görevlerimizi yerine getirdikten sonraki durumumuz için;

“Duânız olmasa, ne kıymetiniz var, Rabbim size ne diye değer versin?” {Furkân, 25/77} beyânında anlamını bulduğu gibi…

“Allah kabullerin en güzeliyle kabul buyursun!” demekten başka niyetimiz de yoktur.

Ancak, durumla alâkalı bir hadis-i şerif’te var ki, onu hatırlamadan ve hatırlatmadan da geçemiyoruz:

“Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir hâlde ellerini semâya uzatarak: Yâ Rabbî, yâ Rabbî! diye duâ eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram (hâsılı) kendisi haramla beslenmiş olursa, böyle bir kimsenin duası nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât, 19; Tirmizî, Tefsir,3;  Ahmed b. Hanbel, 2/328)

Şimdi şu söz üzerine yeniden insanın tefekkür etmeye ve kendi durumunu check (doğrulama) etmeye ihtiyâcı yok mudur?

Utanmazlık, pişkinlik, günahta ısrâr, samimiyetsiz ve ihlâssız davranışlardan kurtulmak için kendimizi yeniden muhâsebe etmeliyiz.

Allah, bütün hâllerimizi hayra çıkarsın..!