İnsanoğlu yaratılışı itibari ile sürekli olarak kendisini keşfeden, yenileyen, geliştiren ve evrimleşen bir varlık olma özelliği taşımaktadır. Metamorfik özellikleri gelişmiş olan bu varlık dünyanın dönemsel aşamalardan geçmesini ve sürekli olarak gelişmesini sağlamaktadır. Geçmişten günümüze kadar bütün önemli ve sarsıcı olayların baş kahramanı olarak görülen bu varlık, sanayileşme ve günümüz küreselleşme akımları ile modern dünyanın kapılarını aralamıştır.

Modern ve çağdaş olarak kabul edilen günümüz dünyasında, küreselleşmenin de etkisi ile teknolojik, sosyolojik ve kültürel anlamlarda birçok gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda günümüz modernitesine ve çağdaşlığına ayak uyduran insanlar artık birey olarak atfedilmekte ve bir araya gelerek toplum kişiliklerini oluşturmaktadır. Sürekli olarak etkileşim ve iletişim halinde bulunan bireyler günümüzde toplumsallaşma eğilimi içerisinde bulunmakta ve bu yönde günümüz şartlarına ayak uydurmaktadır.

Toplumsallaşmanın fenomen olarak kabul edildiği günümüzde, bireyler aralarında fikir ve düşünce alışverişleri ile hayatlarında önemli değişiklikler ve düzenlemeler gerçekleştirmektedir. Bu değişikliklerden ve düzenlemelerden en önemlisi yönetim olgusu olarak kabul edilmektedir. Günümüzde bireyler kendi menfaatlerini, çıkarlarını ve geleceklerini toplumsal ortak bir paydada birleştirerek garanti altına alma eğilimi ve isteği içerisinde bulunmuştur. Bu anlamda yönetim olgusunun yeterliliği ve günümüz modernliğine uygunluğu tartışmalara konu olmuştur. Demokrasinin tam anlamıyla tesis edilememesi ve yönetim olgusunun artık günümüz modern dünyası için yetersiz kalması bireyleri ve toplumları alternatif ya da kalıcı bir yöntem arayışı içerisine sürüklemiştir.

Demokrasinin ve modern toplum ihtiyaçlarının karşılanabilmesi adına yönetişim, demokrasi, katılımcı kültür, katılımcı demokrasi, sivil toplum anlayışı ve sivil toplum kuruluşları gibi olguların kavramsal çerçevede ayrıntılı olarak incelenmesi ve bu olguların aralarındaki ilişkilerin belirtilmesi gerekmektedir. Söz konusu olgular çağdaş toplumların önemli bir gerekliliği özelliği taşımakta, modern refah toplumunun oluşturulmasını hedeflemektedir. Bu nedenle söz konusu olgular üzerinde gerçekleştirilebilecek modern düzenlemeler, günümüz toplumları için büyük önem arz etmekte ve sistemsel olarak evrimleşmeler gözlemlenmektedir.

1. Yönetişim Kavramı

Yönetişim kavramının iç yapısını ve özünü tam anlamıyla tanımlayabilmek ve idrak edebilmek için öncelik olarak yönetim kavramının tanımlanması ve incelenmesi gerekmektedir. Yönetim, insanoğlunun var oluşundan itibaren süre gelmiş bir olgudur. Bireylerin oluşturmuş olduğu ilkel toplumlarda bir kavram olarak yer edinmemiş olsa da günlük eylem ve faaliyetler içerisinde yönetim olgusuna sıkça rastlanmaktadır. Örneğin bir insanın var olabilmesi ve hayatına devam edebilmesi için üç temel unsur şartı aranmaktadır. Bu üç temel unsur ‘’Beslenme, Barınma ve Güvenlik’’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ve bunun gibi şartların oluşturulabilmesi için bireylerin bir arada belirli bir amaç doğrultusunda, etkileşim ve iş birliği içerisinde olması gerekmektedir. John Locke, Thomas Hobbes ve Jean-Jacques Rousseau insanoğlunun varoluşundan itibaren hayatta kalabilme öğretilerine istinaden bu üç temel şartın üçüncü bir bireyin liderliği ile gerçekleştirilebilmesi adına ‘’Toplum Sözleşmesi Kuramını’’ ortaya çıkartmışlardır. Söz konusu incelemelerde aslında yönetim olgusunun insanoğlunun var oluşundan itibaren her daim hayatının içerisinde bulunduğu mantıksal çerçeve içerisinde gözlemlenebilmektedir. Tarihsel süreçlerin ilerleyişi ve artık bilimin insanoğlunun son ve en etkili hayat kaynağı olması ile artık birçok olgu da olduğu gibi yönetim olgusunun da kavramlaşması doğal olarak gerçekleşmiştir. Yönetim Bilimi endüstriyel devrim sonrası 18. yüzyılda Almanya’da ortaya çıkmıştır. İlerleyen dönemlerde ise bu kavram dönemin Amerikalı siyasetçisi, bilim insanı ve Amerika'nın 28. Başkanı olan Woodrow Wilson tarafından incelenmiştir. Woodrow Wilson 19. yüzyılda ‘’Yönetimin İncelenmesi’’ isimli makalesi ile yönetimin bir bilim olarak incelenmesi ve geliştirilmesi konusunda ilk adımları atmış bulunmaktadır (Eryılmaz, 2018).

Yönetim kavramı, bir kayanın ya da herhangi bir maddenin en az iki kişi ile bir yerden bir yere aktarılması olarak örneklendirme ile tanımlanmaktadır. Bu örneklendirme üzerinde incelemeler yapılacak olunursa yönetim kavramının tanımı önemli ölçüde sağlanacaktır. Örneklendirme incelendiğinde bir kayanın ya da herhangi bir maddenin bir yerden bir yere aktarılması ‘’amaç’’ unsurunu temsil etmektedir. Söz konusu kayanın ya da maddenin bir yere aktarılmasını sağlayan en az iki kişi ise ‘’örgüt’’ unsurunu temsil etmektedir. Bu iki kişinin birlikte kaya ya da söz konusu maddeyi aktarması ise ‘’iş birliği ve etkileşim’’ unsurlarının gerekliliğini vurgulamaktadır (Eryılmaz, 2018). Yönetim kavramının başka bir örneklendirme tanımı ise şu şekilde gösterilmektedir;

-Saatin görevi zamanı göstermek ve haber vermektir. Varoluş amacı zamandır.

-Saatin zamanı gösterebilmesi için belirli mekanizmalarının olması şarttır. Akrep, yelkovan, saniye göstergesi, içerisinde bulunan pil ve çark mekanizmaları...

-Bu mekanizmalar birbirleri ile bağlantılıdır. Örneğin saniye göstergesinin (saniyenin) altmışıncı (60.) eylemi yelkovanı (dakikayı) bir kez, yelkovanın (dakikanın) altmışıncı (60.) eylemi akrebi (saati) bir kez etkiler ve bunun gibi tüm eylem faaliyetler birlikte yürütülür. Bu eylemlerin gerçekleştirilebilmesi için bir enerji (pil) olmalıdır. Mekanizma içerisinde bir eksiklik saatin doğru zamanı göstermesini olumsuz yönde etkiler ya da bozulmasına neden olur. Başka bir ifade ile tüm parçalar iş birliği ve etkileşim içerisindedir. İş birliğinin ve etkileşimin olmaması durumunda amaç gerçekleştirilemez ve bu bağlamda örgütün bir arada durması gereksiz hale gelir.

Yönetim kavramının tanımlamalarının yanı sıra temel özellikleri de tanımlanabilmesi adına büyük önem arz etmektedir. Yönetim kavramının temel özellikleri şu şekildedir;

Örgüt: Yönetsel faaliyetleri yerine getirmek için bir araya gelmiş bireylerin oluşturmuş olduğu topluluklardır. Değinilmesi gereken en temel nokta amaçtır. Örgütler belirli bir amaç ya da amaçların doğrultusunda oluşturulmaktadır.

Amaç: Herhangi bir faaliyetin her zaman bir amacı olduğu kabul edilmektedir. Yönetim kavramından, faaliyetlerinde ve organizasyonlarından bahsedebilmek için kesinlikle bir amaç olmalıdır. Herhangi bir amaç yoksa yönetimden bahsedilemez ve otomatik olarak örgütlenmeye gerek duyulmaz.

İş Birliği ve Etkileşim: Örgüt içerisinde oluşturulmuş iş bölümü ve hiyerarşik sistem bazı departman ve iş kolu ayrımı meydana getirmektedir. Buradaki en temel nokta örgüt içerisinde her bir bireyin, görevin ya da departmanın her zaman iş birliği ve etkileşim içerisinde bulunması gerekliliğidir. İş birliği ve etkileşim bulunmayan örgütlerin çöküşü ve yok oluşu kaçınılmazdır. Amaçların gerçekleştirilmesi iş birliği ve etkileşime bağlıdır.

Örneklendirme tanımlamaları ve yönetimin temel özellikleri dikkate alındığında, yönetim kavramının genel literatür tanımlaması şu şekilde yapılmaktadır;

‘’Belirli amaç ya da amaçlar doğrultusunda bir araya gelmiş örgütlerin, iş birliği ve etkileşim süreci içinde yürütmüş olduğu grup faaliyetleri’’ (Eryılmaz, 2018).

‘’ Yönetim; başka insanları çalıştırabilme sanatıdır. İnsanlara kendi iradesi doğrultusunda hareket imkânı sunan bu kavram, zeki insanları kendi denetimleri doğrultusunda bir grup halinde ortak amaç ve çaba doğrultusunda eylemlerini belirten önemli bir süreçtir’’ (Satıcı, 2018).

Yönetişim kavramı, devlet ve toplum arasındaki iletişim ve etkileşim ilişkilerini gerçekleştirmiş olduğu faaliyetlerdir. Modern çağımızda toplumun yönetsel faaliyetlerde yer alma isteği ve düşüncesi yönetişim olgusunun popülaritesini arttırmıştır. Toplumun büyük ilgisini kazanan bu olgu, otoriter ve tek merkezli yönetime alternatif oluşturmuştur. Modern çağ demokrasisinin gereklerini ve şartlarını karşılama eğilimi içerisinde bulunan yönetişim olgusu, tarihte ilk defa Dünya Bankası tarafından, 1989 yılında önemli bir raporda kullanılmıştır (Kayıkçı, 2014).

Yönetim kavramı genel olarak ‘’başkaları aracılığı ile iş görmek’’ olarak tanımlanmaktadır. Yönetişim kavramı ise bu tanımlamaların aksine ‘’birlikte iş görmek’’ anlamı taşımaktadır. Buradaki en temel nokta yönetsel ve siyasal faaliyet alanlarında toplum ve devletin bir arada yer alması koşuludur. Başka bir ifade ile yönetişim ile toplum ve devlet arasındaki ilişkilerin güçlenmesi sağlanmış, yönetimde toplumun da aktif roller üstlenmesi amaçlanmıştır. Yönetişim olgusu, yönetim ayrıcalığını elinde bulunduran iktidar sınıfı ile yönetilenlerin bir arada hedefler belirleyerek, bu hedeflere birlikte tek yapı içerisinde yönelmeleridir (Fidan, 2010). Söz konusu hedeflerin ve amaçların toplum-devlet ilişkisi ile yerine getirilmesini sağlayan yönetişim anlayışı, meydana gelebilecek üst düzey verimliliklerin ve başarıların da bu ilişkiden oluşabileceğini savunmaktadır.

Yönetişim kavramı, kelime kökeni olarak ‘’yönetim’’, ‘’iletişim’’ ve ‘’etkileşim’’ kelimelerinin bir araya gelmesi sonucu oluşmaktadır (Fidan, 2010). Toplumun yönetsel ve siyasal faaliyet alanlarında yer alması gerekliliğini savunan bu kavram tek merkezli yönetimi kabul etmemektedir. Aksine toplumun yönetimde katılımcı bir rol üstlenerek yer almasını savunan bu kavram, demokrasinin gerekliliklerini ve niteliklerini tam anlamı ile yerine getirmeyi amaç edinmektedir.

Günümüzde devletin ve kamu yönetiminin yönetsel faaliyet ve hizmetlerde hantal ve yetersiz kaldığı gözlemlenmektedir. Bununla birlikte toplumun yönetim alanlarında yer alamaması, bu alanlarda roller üstlenememesi ve devletin tek başına yönetimi ifa etmesi demokrasiye aykırılık olarak kabul edilmektedir. Günümüz modern toplumu demokrasiye aykırılık teşkil eden bu unsurlar nedeniyle yönetişim modelini savunmaktadır. Bu modele göre devlet, sadece düzenleyici roller üstlenmeli ve üzerine düşen görevleri topluma, özel sektöre ve sivil toplum kuruluşlarına tesis etmelidir (Kayıkçı, 2014).

Yönetişim modelinde, merkezi yönetim ve yerel yönetim kuruluşlarının yanı sıra, sivil toplum kuruluşlarının, özel sektörün ve yurttaşların da etkileri ve rolleri büyük önem arz etmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının, özel sektörün ve toplumun yönetim faaliyet ve organizasyonlarına dahil edilmesi yönetişim modelinin önemli yapı taşlarındandır. Sivil toplumun ve özel sektöründe dahil olmuş olduğu yönetim faaliyetlerinde, yönetişim modelinin gelişmesi ve genele yayılması sağlanmaktadır.

Yönetişim modeli, toplumun yönetilmesi ve yönlendirilmesi hususunda sorumluluk ve görevlerin sivil toplum tarafından üstlenilmesi gerekliliğini savunmaktadır. Bu model, yönetim faaliyet ve eylemlerinin devlet mekanizmasının kontrolü altında sınırlandırmamakta, genele yayılmasını sağlamaktadır. Devlet ile birlikte, toplumun, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının da aktif roller üstlenmesini savunan bu model, devlet ve toplum arasındaki ilişkileri güçlendirme eğilimi içerisinde olmuştur. Söz konusu yönetişim modelinin temel ilkeleri aşağıdaki gibi sıralanmaktadır;

-Şeffaflık, dürüstlük ve saydam bir yapı

-Katılımcı kültür

-Etkinlik ve yüksek verimlilik

-Hesap verme sorumluluğu

-Toplum ilişkilerini uygun yöntemler ile oluşturmak

-Kendisini geliştirebilen ve öğrenme kapasitesi ile deneyimler elde edebile yönetim

-Hukuksal anlamda iyi işleyen bir devlet

-Güçlü bir sivil toplum anlayışı

-Gelişmiş ve güçlü bir yerinden yönetim modeli

2. Katılımcı Demokrasi

Demokrasi kavramı, günümüz modern toplumunun değer yargıları içerisinde büyük bir yere sahip olan ve toplumun can damarı olarak nitelendirilen önemli bir kavramdır. Bu kavram ‘’halk’’ ve ‘’egemenlik’’ kelimelerinin Latince karşılığı ‘’demos’’ ve ‘’kratos’’ kelimelerinden türetilmiştir. Demokrasi kavramı en genel anlamı ile ‘’halkın kendi kendisini yönetmesi ve egemenliğin yegâne sahibi olması’’ olarak tanımlanmaktadır. Amerikalı siyasetçi ve Amerika Birleşik Devletleri başkanlığı yapmış Abraham Lincoln 1864 yılında demokrasi kavramını ‘’halkın kendi amaçları ve çıkarları doğrultusunda kendi kendisini yönetmesi’’ olarak tanımlamıştır. Buna ek olarak Robert Dahl demokrasiyi ‘’bağlayıcı ve ortak kararların alınması yönünden eşsiz bir yöntem’’ olarak tanımlamakta ve kabul etmektedir (Korkmaz, 2017) (Aktaş, 2015).

Tarihte ilk olarak antik Yunan medeniyetinde ortaya çıkan demokrasi olgusu, dönemin Atina halkının, yönetici kesimlere fikirlerini doğrudan ya da dolaylı olarak iletebilmelerinin sonucu anlam ve işlevsellik kazanmıştır. Bu dönemde demokrasi ve özgürlük ayrıcalıklarından sadece Atina vatandaşları yararlanabilmekteydi. Yönetsel kararların alınması faaliyetlerinde, halkı temsil etmek üzere belirli yaş sınırını doldurmuş erkek vatandaşlar toplantılara katılım sağlayabilmekte, alınacak kararlar doğrultusunda halkı temsilen önemli roller üstenebilmektedir. Dönemin Yunan-Atina medeniyetinde eşitlik olgusu var olmasa dahi yönetimde tek kişinin mutlak ve sınırsız kontrolü kesinlikle mümkün kılınmamıştır. Bunun sonucu olarak demokrasi kavramı tarihte ilk kez Atina yönetiminde ortaya çıkmış ve fiilen söz konusu olmuştur (Korkmaz, 2017) (Aktaş, 2015).

Kavramsal olarak birçok tanımlamalara maruz kalan demokrasi kavramı, dönemsel farklılıklar ve değişimler nedeniyle metamorfik süreçlerden geçerek sürekli olarak gelişim odaklı olmuştur. Bu gelişmeler ve metamorfik reaksiyonlar ile çeşitliliklere maruz kalan demokrasi kavramının tarihsel süreçler içerisinde birçok türü ortaya çıkmıştır. Bu türlerden bazıları aşağıdaki gibi maddeler halinde sıralanmaktadır;

-Doğrudan Demokrasi (Aktaş, 2015)

-Yarı Doğrudan Demokrasi

-Temsili (Çoğunlukçu) Demokrasi (Aktaş, 2015)

-Liberal Demokrasi (Korkmaz, 2017)

-Müzakereci Demokrasi (Korkmaz, 2017)

-Katılımcı Demokrasi

Demokrasi olgusunun 3 temel prensibi bulunmaktadır;

-Egemenlik, en geniş ya da en dar anlamda tüm yurttaşlara aittir.

-Yurttaşlar hiçbir ayrım ya da farklılık gözetmeksizin politik eşikliklere sahiptir.

-Sosyal norm olarak kişi ve kurumların sadece ilk iki maddeye uygun eylemleri göz önünde bulundurması

Demokrasi kavramının bilinen tanımlamaları, nitelikleri ve prensipleri doğrultusunda türlerinden birisi olan katılımcı demokrasi büyük bir önem arz etmektedir. Dönemimizde uygulamaları devam etmekte olan temsili demokrasi modelinin tüm gereklerini ve koşullarını dikkate alan katılımcı demokrasi, söz konusu modeli geliştirme eğilimi içerisinde olmuştur (Yaman, 2017). Bu geliştirmelerin doğrultusunda yönetişime geçmeyi amaçlayan katılımcı demokrasi, halkın yönetsel ve siyasal alanlara doğrudan katılabilmesini savunmuştur. Temsili demokraside, halkın oy verme eylemi ile yönetsel alanlara katılmasını sınırlı bulan ve demokrasinin bu nedenle tam anlamıyla tesis edilemediğini savunan katılımcı demokrasi, söz konusu sınırlandırmaları ortadan kaldırarak, halkın yönetsel ve siyasal alanlara doğrudan katılımlarını mümkün hale getirmiştir (Nacak, 2014). Başka bir ifade ile yönetsel faaliyetlerin, planlama, uygulama ve karar verme gibi tüm aşamalarında halkın da yer almasını savunan katılımcı demokrasi, demokrasinin tüm koşullarını ve gerekliliklerini doğrudan yerine getirme amacı içerisinde bulunmuştur.

Günümüzde sanayi toplumu, modern dünya, gelişen teknoloji, iletişim ve etkileşim faktörleri ile birlikte post modern bir toplum yapısı ortaya çıkmıştır (Yaman, 2017). Gelişen dünya, teknoloji ve iletişim aracılığı ile yönetimdeki hantallıkları, verimsizlikleri ve hataları fark eden bu toplum, yönetime doğrudan katılım eğilimine yönelmiştir. Halkın çıkarlarının, amaçlarının ve düşüncelerinin seçilmiş temsilciler tarafından karşılanamaması, toplumda katılımcı yurttaşlık kültürünün uyanmasına ve bu kültürü karşılayabilen katılımcı demokrasi modelinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Küreselleşme ve globalleşme beraberinde denetimsel, yönetsel ve otoriter anlamda meşruluk krizlerini meydana getirmiştir (Yaman, 2017). Bu krizlerin büyük bir çoğunluğu temsili demokrasinin, yönetimde halkın katılımları konusunda yetersiz kalmasından kaynaklanmaktadır. Günümüz gelişmiş ve modern toplumunda yönetsel ve siyasal alanlara katılımların olanaksızlığı ve bu doğrultuda toplumun geleceği hususunda karar alma faaliyetlerine katılamaması, temsili demokrasinin terk edilmesine yol açmıştır. Bununla birlikte yönetilen kesimlerin yönetime sadece oy verme eylemi ile katılabilmesi ve sadece bununla sınırlı kalması katılımcı demokrasinin benimsenmesini ve kabul edilmesini sağlamıştır. Günümüz modern ve demokratik toplumunun sadece oy verme eylemleri ile sınırlandırılamayacağını savunan katılımcı demokrasi, toplumun yönetsel alanlara katılımlarını sağlamakta ve bu olanaklar doğrultusunda düşüncelerini, fikirlerini ve geleceği konusunda kararlarını özgürce ifade edebilmesini olanaklı hale getirmektedir (Yaman, 2017). Yönetimde topluma görevlerin ve rollerin tesis edilmesinin gerekliliğini vurgulayan bu demokrasi modeli yönetişime geçişi ve uygulanması süreçlerini önemli ölçüde hızlandırmaktadır.

Katılımcı demokrasi, yönetimde halkın eleştirel yorumlar yapabilmesine olanak sağlamaktadır. Halkın görüşlerini ve yorumlarını yönetsel alanlara sevkini gerçekleştirebilen bu demokrasi modeli, ifadelerini özgürce beyan edebilen bir halk ve eşitlikçi bir ortam oluşturma eğilimi ve amacı içerisindedir. Söz konusu demokrasi modeline geçilebilmesi adına öncelikle yönetsel alanlarda birtakım değişiklikler ve düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Katılımcı demokrasinin uygulanabilmesi ve halkın katılımcı kişiliklere dönüştürülebilmesi bu değişikliklere ve düzenlemelere bağlıdır. Söz konusu metamorfik işlemlerin gerçekleştirilmesi sonucu katılımcı demokrasi uygulanabilir hale getirilmekte ve bu sayede söz konusu meşruluk ve demokrasi krizlerinin önüne geçilebilmektedir (Yaman, 2017). Günümüz modern kültürünün şartlarına uygun olduğu kabul edilen katılımcı demokrasi, modern toplumun demokrasiye bakış açısını yönlendirebildiği ve bu toplumun demokrasi ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılayabildiği savunulmaktadır.

2.1. Katılımın Demokratik Nitelikleri

Katılım faaliyetlerinin gerçekleştirilebilmesi adına en önemli öncelik toplumun kendi iradeleri ile harekete geçmeleridir. Katılımcı demokrasiye göre örgütsel amaçlara demokratik bir yapı ile ulaşabilmek için öncelikle toplumda katılım isteğinin uyanması ve bu istek doğrultusunda girişimlerin meydana gelmesi gerekmektedir. Katılımcı kültürün ve isteklerin sağlandığı ve bu istekler doğrultusunda toplumun eyleme geçmesi, katılımcı demokrasinin oluşmasını ve yönetsel alanlarda varlığını sürdürebilmesini sağlamaktadır (Yaman, 2017).

Katılımcılık durumları, yönetimden gelebilmekte ve olumlu sonuçlar doğurabilmektedir. Ancak bu durum tamamen yönetimi elinde bulunduranların inisiyatifine bağlı bir durum teşkil etmektedir. İhtimallere ve yöneticilerin inisiyatiflerine bağlı katılım, demokratik niteliklerin dikkate alınmamasına ve bu nedenle demokrasinin tam anlamıyla tesis edilememesine neden olmaktadır. Bu anlamda katılımcı demokrasinin temel niteliklerinin incelenmesi gerekmektedir. Bu nitelikler aşağıdaki gibidir;

-Karar alma, bu kararları uygulama ve denetleme yetkilerinin topluma doğrudan tesis edilmesi (Yaman, 2017),

-İlgililer arasındaki görüşmeler ve karşılıklı tartışmalar için uygun ortamın oluşturulması (Yaman, 2017),

-Girdi ve çıktı alanlarına toplumun dahil edilmesi ve bu gibi alanlara toplumun katılımlarının sağlanması (Yaman, 2017),

-Toplumun yönetsel ve siyasal anlamlarda doğru ve gerekli bilgilere ulaşabilme imkanlarının sağlanması (Yaman, 2017),

-Katılım gerçekleştiren yurttaşlara eşitlik ve özgürlük alanlarının tesis edilmesi ve bu çerçevede eşit söz hakları tanınması (Yaman, 2017),

-Yöneten ve yönetilen arasında ortak fikir ve düşünce köprülerinin oluşturulması, meydana gelebilecek tartışmacı ve çatışmacı ortamlarda ortak faydanın gözetilmesi (Yaman, 2017),

-Yöneten ve yönetilen arasında tesis edilmiş ilişkiler doğrultusunda örgüt içi istikrarın sağlanması ve tehdit oluşturabilecek her türlü olgunun karşılıklı olarak engellenmesi (Yaman, 2017),

-Toplum ve devletin iş birliği ve katılımı sonucu ortaya çıkan örgüt içerisinde, sorumluluk, yetki ve görev dağılımlarının orantılı bir şekilde yapılması (Yaman, 2017).

Yönetsel ve siyasal anlamda toplumun çoğunluğunu ya da tamamını ilgilendiren konuların işlenmesi katılımın demokratik niteliklerini olumlu yönde etkilemektedir. Bu durum yaygınlık ilkesi olarak adlandırılmaktadır. Yaygınlık ilkesine göre toplumun çoğunluğunu ilgilendirecek konularda katılımların sağlanması, ortak kararların oluşturulması ve oluşturulan bu kararların toplumun büyük bir çoğunluğunu kapsayacak nitelikte olması gerekmektedir (Yaman, 2017). Katılımcı demokrasi anlayışı ile birlikte ekonomik ve sosyolojik anlamda yetersiz ve azınlık durumundaki vatandaşların yönetsel alanlara ve söz konusu çoğunlukçu yapı içerisine dahil edilmesi sağlanmaktadır (Yaman, 2017). Bunun sonucunda farklı fikirlerin, düşüncelerin ve yaşamların bir araya geldiği, demokratik ilkelerin ve koşulların tam anlamıyla sağlandığı ve çok sesliliğin var olduğu bir yapı meydana gelmektedir. Söz konusu yapının meydana getirilmesi ile ekonomik ya da sosyal sınıf ayrımı gözetmeksizin toplumsal iş birlikleri sağlanabilmekte, eşitlikçi ve özgür şekilde yaşayabilen toplumlar oluşturulmaktadır (Yaman, 2017).

Bireyler kendi eylemleri ile bu eylemlerin sonuçlarına bağlı olarak, yönetime katılma kapasitesini belirleyebilmektedir (Yaman, 2017). Başka bir ifade ile bireylerin eylem ve sonuçları, katılımın ölçüsünü belirlemektedir. Bireylerin eylem ve faaliyetleri ile katılım kapasitesi arasındaki belirsizlik, katılım eylemlerinde olumsuzlukların meydana gelmesini kaçınılmaz hale getirmektedir. Bu nedenle bireylerin tercih ve fikirleri, yönetsel organizasyonlarda doğrudan belirtilmeli, siyasal etkinlik duygularının ve ilgilerinin arttırılması gerekmektedir. Bu durum ancak katılımcı demokrasi ile mümkün olmaktadır. Katılımcı demokrasi ile söz konusu durumların sağlanması, halkın demokrasi ve yönetsel anlamda gelişmesine, siyasal kültür düzeylerinin yükselmesine ve katılımcı yönetime olan ilgilerinin artmasına neden olmaktadır.

Katılımcı demokrasi, toplumsal yapılar içerisinde ekonomik ve sosyal sınıf gözetmeksizin tüm vatandaşların yönetsel alanlarda karar alma yetkisine sahip olduğunu vurgulamaktadır (Yaman, 2017). Karar alma yetkilerine sahip tüm vatandaşların yönetsel alanlara dahil edilmesini savunan katılımcı demokrasi, göstermiş olduğu bu ilgi ve hassasiyet doğrultusunda modern toplumların dikkatini çekmiştir. Katılımcı demokrasi anlayışı ile birlikte, günümüz modern toplumlarında siyasal ve yönetsel alanlarda katılımcı bir yapının etkinlik göstereceği düşüncesi ortaya çıkmış ve bu düşünce genel anlamda yaygınlaşmıştır.