İnsanlar değişebilir…
Karakterlerinin değiştiği gibi…
Dün çok farklı bir insan olan, bugün karşımıza tam tersi değişmiş biri olarak çıkabiliyor…
Siz deyin “hayat”, ben diyeyim “yaşam” öyle hızlı akıyor ki, değişmemek mümkün değil…
İnsanın  karakterinde ya da doğasında değişim var…
Kimi parayı bulur değişir, kimi hanımı bulur değişir… 
İllaki bir şekilde değişir!
Evlerimiz değişiyor, mahalleler değişiyor, sokaklar değişiyor…
Koskoca Sedirler’in değiştiği gibi…
Kimin aklına gelirdi; Sedirler’de 6’şar, 7’şer katlı binaların olacağı ya da 25’er, 30’dar daireli apartmanların bir sitede toplanacağı…
Oldu işte…
Sedirler bile değişti…
Konya’nın değiştiği gibi…
Heraklitos, “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” demiş ya, aynen öyle…
Dolayısıyla canlısı da değişiyor, cansızı da değişiyor…
İklimler değişiyor!
Bu iklim değişikliğinin en ağır faturasını yakın bir zamanda ödemedik mi?
Orman yangınları, sel felaketleri sebebiyle, ne canlar kaybettik…
Canın yongası mallar da cabası…
Dolayısıyla, iklimlerin bile değiştiği bu dünyada “ben değişmem” diyenler bile değiştiklerinin farkına varmıyorlar…
Yaşlanarak değişiyoruz…
Kelleşerek değişiyoruz…
Görmeyerek değişiyoruz…
Duymayarak değişiyoruz…
Aksayarak değişiyoruz…
Yani, sevsek de  değişiyoruz, sevmesek de  değişiyoruz…
Yukarıda da belirttiğim gibi, insanları hayat şartları ve yaşam koşulları değiştiriyor…
Yaşam durmadığı, devam ettiği süre içerisinde değişim  mutlaka olacaktır. 
xxx
“Değişim” dedim de, benim “asla değişmez” dediğim,  gençlik arkadaşım olan “delioğlan!” bile değişti…
Diyeceksiniz ki, “senin delioğlan kim?”
Buyurun okuyun.
xxx
Başımızda kavak yellerinin estiği, kanımızın kaynadığı zamanlardı…
Mahalleden birine kaptırmıştım deli gönlümü…
Gözüm, ne iş, ne aş hiçbir şey görmüyordu...
Gazete televizyon, top tüfek, çarşı pazar umurumda bile değildi…
O yetmezmiş gibi yine mahalleden bir deliye takıldım, adı bende saklı…
Akıllı delilerden!
Bir bakıma da “Filozofik deli!” 
Ama, “deli” ve “kanlı”…
Delikanlı yani…
Gönül mönül işleri ile alakası olmayan tiplerden…
Kadın-kız gördüğü zaman yüzü pancar gibi kızaranlardan…
Eli ayağı dolaşanlardan…
Öyle  ince mince filan da değil, kaba saba, heyyolenin teki!
Bildiğin odun…
Hem de meşe odunu…
Ne demek istediğimi anlayın artık…
Dümdüz bir adam…
Sağlam ama…
Seninle ölüme koşan, bıçağın sapını değil, kesen tarafını avuçlayanlardan… 
Yürekli yani…
Dık dık efelerden ya da çakma ağır abilerden değil…
Herkes bir tarafa, babasına bile eyvallahı olmayanlardan…
Yanlış anlaşılmasın, “Babasına eyvallahı olmayanlardan” derken, ekonomik olarak…
Yoksa, babasıyla konuşurken kafasını bile kaldıramaz…
Kızdığında kendisine 3-5 ay ev hapsi veren, beğenmediği bir meselede  tavrını ortaya net koyan, sonrasını düşünmeyen, daha doğrusu kafasında hiçbir şey olmayan birisi…
Evlendikten sonra duruldu…
Çoluk çocuğa karıştı…
Tel maşadan değil, çelik gibi bu deli oğlan…
Mahallenin abileri bile, kendilerine bulaştırmamak  için “akıllı” diye seslenirlerdi kendisine…
“Ne haber lan deli” deseler, altından kalkamayacakları bir durumla karşı karşıya kalabilme olasılığı yüksekti…
Adı üstünde akıllı delilerden…
Kılığına bakmaz, kitap filan da okurdu…
Kendince felsefe yapan, filozofik yanları da vardı…
Tommiks-Teksas okuduğunu sanmayın…
Baya baya ağır kitaplar okurdu…
Ben Ahmet Günbay Yıldız’ın “Gurbeti Ben Yaşadım”ını ya da “Yanık Buğdaylar”ını okurken, bizim bu emmioğlu, benim bile kafamın basmadığı dünya klasiklerini okurdu…
Yukarıda da dediğim gibi, kendisini hapsettiğinde yapıyordu bu kitap okuma eylemini…
Bu arkadaş bana, ben ona takılınca, o da benim gibi, aynı mahalleden birine meftun oldu…
Yani, bir kıza tutuldu…
Önce saçını başını, sonra kılık kıyafetini, sonra sokakta yürüyüşünü değiştirdi…
Daha sonra mı?
Dilini değiştirdi…
Sinemada yoksulların, garibanların, feleğin çemberinden geçenlerin idolü  Yılmaz Güney gibi dikine ve sert konuşan adam, bir anda aşk filmlerinin Ediz Hun’u gibi nazik nazik laflar etmeye başladı…
“Gel lan buraya” diyen adam, başına konan bir sevda kuşundan sonra, “buraya gelebilir misin, şunu getirebilir misin” demeye başladı…
 “Anaaaa” diye böğüren adam, “Anneciğim”e evrildi…
Değişti yani…
Onun bu ince, nazik halleri, başta rahmetli annesini ve babasını, daha sonra da kardeşlerini tedirgin etmeye, düşündürmeye başladı… 
Rahmetli annesi üzgün ve kaygılı bir yüzle bana, “irecep buna ne oldu oğlum, buna ne yaptın da bu böyle kibarlaştı, bizim alışık olmadığımız laflar söylüyor bu” dedi…
“Sizin istediğiniz de bu değil mi?” diyerek, rahatlattım kendilerini…
Sonra ekledim, “Ne güzel işte kibar, annesine babasına, kardeşlerine, çevresine iyi davranan bir adam, böylesi daha iyi” dedim…
“İnşallah oğlum” dedi rahmetli…
Sonra da “biz aklını kaçırdı zannettik oğlum” diye ekledi…
Aslında tam tersi oldu…
Sevda kuşu başına konunca, o da kendisini anlayamadı…
Anaaa benim kahverengi gömleğim nerde gızz” diye bağıran çağıran  adam, gün geldi, “anneciğim ben kahverengi gömleğimi bulamıyorum” diye seslenmeye başladı annesine… 
Mesele şu; karşısına deli eden biri değil, deli birini adam eden çıkınca, bizim oğlan gerçekten akıllandı…
Bunun adına ister sevgi, ister aşk, ister gönlünü kaptırma, ne derseniz deyin, bu işin sırrı kadın…
Kadın  erkeği kılıçsız zapt eder ve ipsiz bağlarmış ya, işte öyle bir şey…
Nokta.