Feyzullah Ertaş’ı mutlaka tanırsınız…

Tanımamanız mümkün değil…

Kimilerine göre “bizim Feyzullah”, kimilerine göre “deli oğlan”, kimilerine göre de “hak ettiği değeri bulamayan girişimci.”

Bana göre bir deha…

Yüksek zekaya sahip olan ve bu zekasını da herkesle paylaşan yaratıcı ve özel bir adam…

Geçenlerde WhatsApp’dan “Hey gidi günler hey” başlıklı, “Çocukluğumuzun futbol kuralları” adı altında bir paylaşım yaptı…

Feyzullah Ertaş’ın bu paylaşımı beni 50-55 yıl geriye, yani çocukluğuma götürdü…

Önce sevgili Feyzullah Ertaş’ın paylaşımına bir göz atalım, sonra bizim jenerasyonun hemen hemen bir benzerini yaşadığı çocukluk anılarımıza gidelim…

xxx

HEY GİDİ GÜNLER HEY! ÇOCUKLUĞUMUZUN FUTBOL KURALLARI....!

1- ) Şişman olan her zaman kalecidir .

2- ) Oyun sadece tüm oyuncular yorgunsa biter .

3- ) Hakem yok .

4- ) Sadece faul ciddiyse penaltı olur .

5 - )Topun sahibi sinirlenirse maç biter .

6 -) En iyi 2 oyuncu aynı takımda oynayamaz O yüzden herkes kendi oyucularını seçer.

7- ) Eğer en son seçildiysen bu küçük düşürücüdür.

8- ) Sahadaki en iyi oyuncu top sahibiyle aynı takımda değilse maç çok geç başlar .

Ya işte böyle Z kuşağı ya ! Yeni nesil çok şey kaybetti. Bu günleri görmediniz ve artık göremezsiniz....!

xxx

Tabii burada her mahallenin kendine has kuralları vardı…

Bizim mahalle maçlarında, Sedirler’de, yani Sütçü sokağında 3 korner 1 penaltıydı…

Çünkü, sokak dar olduğu için korner atmak yoktu, ama normal arsada ya da tarlada kurallar nizamiydi…

Top  sahipleri ayrıcalıklı olurdu, ama “top benim” diye efelik yapamazlardı, çünkü evlerine topsuz döneceklerini bilirlerdi!

Feyzullah Ertaş’ın yazdıkları ile yaşadıklarımız birebir örtüşüyor…

Örneğin öyle mahalle maçları olurdu ki, bu maçlarda kesinlikle kavga olurdu…

Araplarla veya Tarla Mahallesi ile yapılan futbol maçlarımız çok çetin geçer, finalinde de kesinlikle boks olurdu…

Mahalle maçları, bazen mahalle savaşlarına dönüşürdü…

Yaşayanlar bilir bunları…

Mahallemizin arkasında bir arsa vardı, biz oraya “tarla” derdik…

“Kulak Muratların tarlası” derlerdi, ama biz ne Kulak Murat gördük, ne de Topal Sülüman’ı…

Büyük bir arsa ve düzgün bir toprak saha olmasına rağmen, arsanın tam ortasında birbirine yapışmış iki gövdeli büyük bir pelit ağacı vardı…

Topu ayağına alan kafasını kaldırmazsa, gider o ağaca bodoslamasına çarpar, ya kafası kırılır, ya da gözü morarırdı…

Her Cumartesi ve Pazar günü orası dolar taşar, akşama kadar 5-6 maç oynanırdı…

Bir gün oturduk hükmü verdik; o ağaç kesilecek!

Komşumuz Nalçacı Ali ağa vardı, marangoz…

Oğlu Yaşar’da (kulakları çınlasın) arkadaşımız, o da takımda ve iyi de oyuncu…

Dükkanlarında, yani Marangozhanede ne kadar keser, balta, bıçkı varsa, babasından habersiz getirdi…

Toplandık mahalledeki çocuklarla, Derviş, Kadir, Arap Mevlüt, rahmetli oldular Sarı Mustafa, Menneklilerin Mehmet, Guli Süleyman, Ali Cengiz, Pembegül Mehmet ve isimlerini hatırlayamadığım bir sürü çocuk, koskoca ağacı 7-8 saatte kestik…

Yaptığımız yanlıştı, ama top oynama uğruna gözümüze görünmedi bile…

Sonra gövdesini, dallarını parçaladık, Ali Cengiz’in babasının at arabasına yükledik, mahallenin camisine götürdük…

Mahallemizin camisi olan Çataloğlu caminin müezzini rahmet Küçükköylü Mustafa Amcaya “bu odunları camiye bağışlıyoruz” dedik…

Sanki, babamızın malıymış gibi!

Caminin bitişiğinde küçük bir çıkmaz sokak vardı, oraya boşalttık arabadaki, ağaç gövdesini ve dallarını…

Sonrasını bilmiyoruz…

O ağaç bize çok ev sahipliği yaptı…

Okuldan kaçar, o ağaca çıkar, yapraklarının arasında kaybolurduk…

Kimse de göremezdi…

Ayıcılar, sokak satıcıları gelir o ağacın gölgesinde ya şekerleme yaparlar, ya da çıkınlarından çıkardıkları yemeklerini yerlerdi…

Yine bir Cumartesi maç yapacağız, ağacın altında ayı oynatıcı dayı uyuyor, tabi ki ayısı da…

Adamın orayı terk etmesi lazım, değilse maç yapamayacağız…

Önce adamı rahatsız ettik, kalksın gitsin diye…

Sürekli taciz ediyoruz, ama adamın umurunda değil…

Sonra ayıyı rahatsız etmeye başladık, taşlarla sopalarla…

Hayvan önce homurdandı, sonra bize doğru bir hamle yaptı…

Hayvanın zinciri adamın beline bağlı olduğu için de, adam hayvanın bu sert hamlesiyle yerde sürüklendi, sonra güç bela ayağa kalktı ve küfürler ederek, bize saldırdı…

Sonra da ayısıyla uzaklaştı.

xxx

Feyzullah Ertaş’a sonuna kadar katılıyorum, “Z kuşağı” dedikleri çocuklar, bizim 58 kuşağının yaşadıklarını yaşamaları mümkün değil…

58 kuşağı mı?

63 yılı, 63 yazı, 63 kışı geride bırakanlar…

Yani, 3-4 darbe, 9 Cumhurbaşkanı ve 19 Başbakan gören kuşak.