Nostalji yazımıza kaldığımız yerden devam edelim…

Laf lafı açtıkça ortaya çok güzel anılar çıkıyor…

Tabii ki, bu yazıyı yazarken, hatırlayamadıklarım oluyor, o konuda da arkadaşlardan destek alıyorum.

xxx

İlk okulu Sedirler’de okumuş, anamız gibi, yârimiz gibi sevdiğimiz Nesrin Hocanın zılgıtlarını yemiş bir jenerasyonuz…

Okul çıkışlarında Çarkçıların “Deli Mehmet” lakaplı marangoz Mehmet amcanın erik, elma, kayısı ağaçlarının bolca olduğu bahçesine dalar, çantamızı doldurur, sonra eve gelir, çantayı bir yere, önlüğü başka bir yere, yakalık beyaz olduğu için, onu daha iyi bir yere, kendimizi de bugün Suriyeli’lerin istila ettiği Sütçü Sokağına atardık…

Mahallede ya naylon topun peşinde koşturur, ya da en çok sevdiğimiz “fırın yandı” oyununu oynardık…

Komşumuz Ayşaabanın, “age ellerini irecep, age ellerini” sitemlerine aldırış etmeden, bugünün deyimi ile duvar tenisi oynardım…

Ayşaabanın “age ellerini” demesindeki sitemli serzenişini çok sonradan öğrendim, “sen kocaman çocuk oldun, oyun oynama yaşını geçtin” demek istiyormuş, mübarek kadın…

Nereden bilebilirdim ki?

Halbuki ilkokul 3 ya da 4. sınıftaydım…

Siz bakmayın Ayşaabanın, “eşşek kadar oldun” cayırtısı imasına…

Allah rahmet eylesin hem Ayşaabaya, hem de kocası Nalçacıların marangoz Ali amcaya…

Onlar bizim duvar dibi en iyi komşularımızdı…

Diğer komşularımız da öyle…

Can cana yaşadık Sütçü sokağında.

xxx

Sedirler’in çocukları olarak mahalle çeşmelerine ağzımızı dayayıp kana kana su içtiğimiz zamanları, mahalle maçını ya da “fırın yandı”yı oynadıktan sonra, mahalle çeşmesinin yalağına ayağımızı daldırıp serinlediğimiz zamanları unutmadık…

İki ana bir kuzudan evlerimizde bulunan, daha çok yatak ve yorganların istiflendiği,  zaman zaman da yıkandığımız “yüklük” denilen dolapların çocuklarıydık…

Bazen de büyüklerimizin götürdüğü Mahkeme Hamamı ile Salim Çatal’ın sahibi olduğu Türbeönün’deki Kızılay Hamamında keselenir ve sabunlandıktan sonra da yıkanırdık…

Hamamın her mahalleden, her kültürden müşterileri olur ve bunlar su şakaları yaparlardı…

Kafası, gözü kulağı, ağzı burnu sabunlu olan Erzurumlu Hakko dayının hamam tasını saklarlar, sabundan gözü yanan Hakko dayı, “ula benim tası çalan hangi p.şt oğlu p.ştsa getirsin” diye hamamı inim inim inletirdi…

Bazen de “nerde kaldı lan bu şeyini şeyettiğim peşgiri” narası, hamamın akustiğinde kulaklarımızı çınlatırdı…

“Peşgir” dediği, aslında Peştamal…

Bu Hakko dayı enteresan ve ilginç bir adamdı…

Küfürleri bile güldürürdü 7’den 77’ye herkesi…

Erzurum şivesiyle “hay ben sizin o topunuza saplim de, topsuz galasınız, Ermeni tokumları” diye saydırırdı…

Yani topunuzu s…im de topsuz kalın” demeye getirirdi…

Mahallede çok renkli isimler vardı…

Mesela berber Necati abi vardı…

Ufak-tefek birisi, ama inanılmaz adam işletirdi…

Günümüzün Cem Yılmaz’ı gibi bir adamdı…

Her konuşmasının altında mutlaka bir cinlik olurdu…

Mahallemiz çok renkli insanların yaşadığı bir mahalleydi…

Garo dayı, ağzı kırık Abdullah dayı, Bakkal Pehlül emmi, Komser Neco, Gındo ve  niceleri…

Yukarıda ismi geçenlerin hemen hemen hepsi rahmetli oldu…

Geçenlerde Aboç, yani Abdullah abiyle Üçler, Aliyenler ve Kağnıcılar mezarlığına gittik…

Mümkün olduğunca ziyaret ediyoruz, bizimle ve bizden önce yaşayıp gidenleri…

Bu insanların yüzde 90’ı toprağın altında…

Kimler yok ki!

Hangi birisini sayacaksın…

Allah’a isyan gibi olmasın da, özellikle son 2-3 yılda ne canlar gitmiş, hem de selamsız sabahsız…

Ölüm Meleği, “Genç, yaşlı, fakir, zengin” demeden, kimsenin de gözünün yaşına bakmadan, önüne kattığını alıp götürüyor…

Üzülsen nereye kadar üzülürsün?

Hayat devam ediyor…

Hepsine Allah rahmet etsin.

xxx

Bizim Ali Özcan…

Laz kere laz!

Merhaba’da uzun bir dönem birlikte çalıştık…

Şimdi Gümüşhane Üniversitesinde öğretim üyesi

Benim ve yazılarımın sıkı ve inatçı takipçilerinden…

Ankara’da yakaladı beni, “Geleneksel Güreş Federasyonu”nun seçiminde…

Tam da oy kullanırken…

Zaten hep lüzumsuz zamanlarda ve lüzumsuz yerlerde arar…

Ama, çok severim kendisini…

Sevilmeyecek gibi değil, acayip sevimli bir kardeşimiz…

Durup dururken bana, “hayırdır uşağım, nostalji yazılarına başlamışsın, yaşlandın sen artık” demez mi!

Maksadı belli, kızdıracak beni…

Yer miyim?

Yemedim tabii ki…

Ali Özcan istediği kadar “yaşlandın” imasında bulunsa da, ben arada sırada 60’lı, 70’li ve 80’lı yıllara gideceğim…

Ve çocukluğumu ve gençliğimi ve sevdamı dibine kadar yaşadığım Sedirler’i yazmaya devam edeceğim…

Nokta.