Bu topraklarda olan biteni anlamak, neler oluyor, neden oluyor, nasıl oluyor sorularını sorup bu sorulara mantıklı cevaplar bulmak isteyenler için bir önerim olacak.
Öncelikle iki konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmalısınız.
1-Emevi siyaset felsefesi ve geleneği,
2-Bizans saray geleneği ve entrikacılık.
Bin yıllık Anadolu serüvenimizde, yaşadığımız hemen bütün tarihi olaylarda, krizlerde, kırılma anlarında, dramatik sonuçları olan iktidar kavgalarında bu iki geleneğin etkilerini yoğun bir şekilde görürüz.
Herhangi bir yanlış anlamaya meydan vermemek için hemen belirtmeliyim; andığım bu etkiler halk üzerinde değil daha ziyade yönetim kademesinde kendini gösterir.
Yine belirtmeliyim ki ben bu görüşümü asla koskoca bir tarihi karalama adına ortaya koymuyorum. Benimkisi siyasi olayları anlama çabasından ibarettir. Bildiririm!
Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerinden Anadolu'ya hakim olmalarına kadar geçen sürede Emevi siyaset geleneğinin başat bir rol oynadığını söyleyebiliriz.
Özellikle İstanbulu'un fethinden sonraki dönemde içselleşmiş Emevi geleneğine Bizans'dan alınan bazı unsurların da eklendiğini ve ilginç bir Osmanlı tecrübesinin tarihe armağan edildiğini düşünüyorum. Osmanlıda oyun bitmez sözü halkın bilincine kazınmıştır ve bir açıdan halkın derin idrakini yansıtır.
Elbette şunun farkındayım. Bu iki konu çok çetrefilii konulardır ve oldukça fazla çaba harcamayı gerektirir.
Ben tam da bu nedenle yeteri kadar bilgiyi yüzeysel bir okuma için yeterli buluyorum.
Sonuçta biz karar alıclardan değiliz ve sadece olan biteni anlamaya çalışıyoruz.
Yukarıda andığım bu iki geleneğin çok önemli bir ortak noktasını tesbit edebiliyoruz.
Her iki gelenek de hedefe varabilmek için en kullanışlı araç olarak dini seçmişlerdir.
Bu yazıda diğer detaylara girmeden sadece din olgusunun kullanılması üzerinde durmak istiyorum.
Bakınız bu coğrafyada herşey değişir (veya öyle görünür) ama devletin dine yaklaşımı değişmez.
Osmanlı'da Şeyhülislam'lık daha sonra Şer'iyye ve Evkaf Vekaleti'ne dönüşür, saltanat ortadan kalkar cumhuriyet kurulur ama din kurumu sapasağlam yerini korumaktadır. (bir şeye dikkat çekmek istiyorum, ben dinin kendisinden değil kurumsal yapısından söz ediyorum. Bu ayrıntı önemlidir.)
Sadece adı değişmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı olmuştur. Demem o ki, tarihin (bin yıllık bölümden söz ediyorum) hiç bir döneminde devlet din üzerinden elini çekmemiş, sürekli denetim altında tutmayı bir şekilde başarmıştır. Devlet açısından din kurumu el altında bulundurulması zaruri olan bir kurumdur.
Öte yandan ana akım ulema geleneği içinde bu durumdan rahatsızlık dudyulduğuna dair fazla bir işaret de göremiyoruz. Elbette sıradışı olanlar hatta isyan edenler dahi vardır ama kabul edilmelidir ki bunlar oldukça azınlıktadırlar.
Andığım ana akım ulemanın statükodan rahatsızlığı söz konusu olmadığı gibi sık sık velinimeti olan iktidara lojıstık destek sağladığı da bilinen bir gerçektir.
Kur'an sayfalarını mızrağın ucuna takarak bir savaş hilesi düşünmek herhalde eşşsiz bir lojıstik destek olmalıdır.
Çaldıran'da, bunlar da müslüman diye İran'lıların üzerine gitme konusunda isteksiz olan askere karşı Yavuz'un imdadına Şeyhülislam İbn-i Kemal yetişir.
Onlar melahide (dinsiz) den daha tehlikelidirler ve ırzları namusları malları ve canları helaldir. (fetvanın tam metnini bulup okumanızı öneririm. Sanırım demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.)
Zor bir konunun bir köşe yazısına sığmayacağının bilincindeyim. Zülfü yare dokunmuş olmayı da göze alarak bu kadarını yazmayı denedim. Belki bir sonraki yazıya altyapı oluşturur diye son bir cümle kuruyorum.
Hakkı üstün tutan hiç bir yapı (devlet, cemaat vs.) tuzak kuramaz, tuzakçıların sırtını sıvazlayamaz. Başkasına bile olsa tuzak kurulmasını onaylayamaz.