Bahsedeceğimiz Ahmet Çavuş bizzat yakın akrabam dedelerimden aile büyüklerimizden. Emirdağ’da doğmuştur. Bozahmetli sülalelesinden olup ataları 1700’lü yıllarda Urfa’dan gelip Emirdağ’a yerleşmiştir.

Altı erkek kardeşi,Osmanlı coğrafyasının değişik cephelerinde savaşmıştır..Kendisi de  Yemen Cephesinde  dokuz yıl savaşmış,çavuş rütbesi almış,Cedit Yemen madalyası ile  ödüllendirilmiştir.

   1918’de 7.Ordu’nun  Yemen ‘de İngilizlere teslim edilmesiyle Mısır-Seydibeşir esir kampında iki yıl kalmıştır. Sonra vatanına dönerek  Emirdağ’da kurulan  Karakeçili Alayı’nın faal mensubu olarak İstiklal Savaşı’nda görev üstlenmiştir.

    Seydibeşir kampında esir  olarak kalan bütün Türk askerleri gibi ömrünün son yedi yılında gözleri görmemiştir. 

    Gazilik maaşını hakkettiği halde ‘’vatan  ve millete yapılan hizmetin bedeli , hiç bir maddi şeyle ölçülemez.’’diyerek kabul etmemiştir.

    Dört evlat babası olan Ahmet Çavuş,1974’te vefat ederek Emirdağ mezarlığına defnedilmiştir.

                 ADLARINA AĞITLAR YAKILAN KARA YAZGILI OĞULLAR

    Sazlı Süleyman 1853-1925 ,Çilli mahallesinden Ali kızı Elife Hanımla(1863-1920) evlenir.Bu evlilikten yedi  oğlan bir kız doğar. Sazlı Süleyman’ın oğullarından Ahmet Çavuş (Urfalı)  (1893-1973 ) kardeşlerinin akibetlerini 1920’de söylediği ağıtta şöyle dile getirir:

            Yedi kardaşıdık kazada ünlü

                Hep kara bıyıklı yüzleri benli

                Zeybek şalvarlı da hep çuha donlu

                               Ben bu derdin hangisine yanayım

                               Zincirler zapt etmez benim gönlümü

           Halil koyun güder içi kuzulu

                Ali haba giyer kolu sızılı

                Kadir’in çocuklar kara yazılı

                               Ben bu derdin hangisine yanayım

                               Zincirler zapt etmez benim gönlümü

                Ali Ağa’m Edirne’de oldu şehit

                Karabıyık Yemen’de ünlendi yiğit

                İbik Ağa’m Kudüs’te kaldı bir büyük

                               Ben bu derdin hangisine yanayım

                               Zincirler zapt etmez benim gönlümü

Gurbet ele gitmek varmış kaderde

Aziziye nerde şu Yemen nerde

Felek attı bizi onulmaz derde

                       Ben bu derdin hangisine yanayım

                               Zincirler zapt etmez benim gönlümü

                Aşık olsam ağır ağır söylesem

                El kaldırsam şu ölümü eğlesem

                Şu gönlümü kıl ipinen bağlasam

                               Ben bu derdin hangisine yanayım

                               Zincirler zapt etmez benim gönlümü

Ahmet Çavuş,(1893-12.031974) Karabıyık ağabeyinden sonra aileden  Yemen’e giden ikinci kişi olmuştur.1910’da askere alınan Ahmet Çavuş,30 Ekim 1918 gününe kadar Yemen’de bulunmuş, burada kahramanlıklarından dolayı çavuş yapılmış,Cedit Yemen madalyası ile taltif edilmiştir.İngilizler tarafından esir alınarak Mısır’daki Seydibeşir Esir Kampı’na götürülmüştür.Yaklaşık 2 yıl  burada kaldıktan sonra  yine İngilizler tarafından Çanakkale’ye getirilerek serbest bırakılmıştır.

    Ahmet Çavuş,Emirdağ’a döner dönmez  Ağustos 1919’da Emirdağlılar tarafından kurulan ve Arif Bey’in komutanı olduğu Karakeçili Alayı’na yazılır.Arif Bey’in bir suikast sonucu öldürülmesine kadar  ( 11-12 Mayıs 1920)  alayda fiili  olarak görev alır.Daha sonra Denizli cephesinde  bulunur.Zaferden sonra Emirdağ’a döner.Ömrünün son sekiz yılını kör olarak geçirir.

           SEYDİBEŞİR ESİR KAMPINDAKİ İNGİLİZ İŞKENCESİ

            Mısır’da esir olanların kör olmaları ile ilgili araştırmamız aşağıdadır:

    Mısır’dan dönen Türk esirlerinin bir çoğunun kör olması, Buradaki baskıların sadece psikolojik değil işkence ve zulüm boyutuna vardığının da delili olarak ileri sürülebilir. Genelde kamp kurallarına uyanlara ve İngilizlerin emirlerini dinleyenlere iyi davranıldığı bir hakikattir. Ancak özellikle bazı Ermeni doktorların tedavi amaçlı olarak kendilerine gelen Türk esirlerin gözlerinin kör edilmesi operasyonunda rol aldıkları da açıktır. Bu olay ilk kez 28 Mayıs 1921 Cumartesi günü yapılan TBMM’nin 37’nci oturumunda Edirne Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler tarafından gündeme getirilmişti.

Bu iki milletvekilinin önergesinde, “Mısır’da bi’1-intizam, İngilizlerin ilaçla temizleme bahanesiyle yeterli miktardan fazla krizol banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri 15.000 vatan evladının üzerinde tatbik edilen bu cinayeti, önceden tasarlayarak uygulayan İngiliz doktorlarla garnizon komutanı ve subayların suçlu ilan edilmelerini” teklif ediyorlardı. Aslında olay bir yıl önce Konya’da yayınlanan Öğüt gazetesinde 1920 başlarında gündeme getirilmiş, ancak İngilizler İtalyan işgal kuvvetlerine Öğüt’ü kapattırarak kamuoyunu susturmak istemişlerdi. Ancak 23 Ocak 1920’de beş bin kişilik bir gösteri yapan Konya halkı, bu gazetenin yeniden -başka adla da olsa- açılmasını sağlamışlardı. 28 Haziran 1921’de TBMM hükümeti aldığı bir kararla Mısır’daki esir kamplarında 15.000 esiri kasden sakat bırakan İngiliz doktorları, garnizon komutanları ve subayları hakkında siyasi soruşturma başlatmak kararı da bu mesele karşısında Ankara’nın kesin tavrını ortaya koymuştu. Bu kararı Mustafa Kemal Paşa ve on bir bakan imzalamıştı.

     Son zamanlarda yapılan araştırmalarda kör etme olayı yalanlanmamakla birlikte konunun abartıldığı iddiaları, araştırmacılarca dile getirilmiştir. Gaziantepli eski Defter-i Hakanı memurlarından Eyüb Sabri Bey’in 1922’de Ankara’da yayınlanan, “Bir Esirin     Hatıraları” kitabında, “Mısır’da Türk esirlerine yapılan zulüm ve işkenceler” ayrıntılı olarak anlatılmış ve özellikle Ermeni doktorların bu işteki rolleri öne çıkarılmıştır. Kızılhaç Heyeti’nin 1917 raporunda da Eyüb Sabri Bey’in de götürüldüğü Heliopolis kampıyla ilgili olarak, esirlerin %20’sinin göz hastalığı olan “conjonctivit”e yakalandıkları ve bu kampta İngiliz Doktor Albay E. G. Garnen yanında Arşen Khoren ve Le-on Samuel adlı iki de Ermeni doktorun da görevli oldukları bilgisi Eyüp Sabri Bey’in iddialarını teyid eder niteliktedir. 1919 yılı Mayısının ilk haftasında İzmir’e gelen Mısır’daki Türk esirlerinden dördüncü kafilede 303 esirin kör olduğu, İzmir Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa tarafından,  İstanbul’a bildirilmişti. Ancak Genelkurmay, kolordulara gönderdiği raporlarda, “İngilizler dört kafile halinde 200 subay, 1.780 neferimizi Mısır’dan İzmir’e getirmişlerdir. Dördüncü kafilede 310 nefer kördür” diyerek sayının daha fazla olduğunu açıklamıştı. Bundan sonra da Mısır’dan Türkiye’ye esir geldiğine göre kör olanların sayısının 15.000 olmasa bile 310’dan çok daha fazla olduğu da açıktır.

   Tüm esir kampları gibi Seydi Beşir’e gelen esirler de ilk önce yıkayıp temizlenmeleri için uyarılıyor, sonra da bulaşıcı hastalıklara karşı katran kazanında ilaçlı suda sterilize ediliyorlardı. Aslında hepsinin de buna gerçekten ihtiyacı vardı.Bir esirin anlatımı ile “Sert bir fırça kılları gibi dik ve karışık bıyıkları, birbirine karışmış sakalları ve otlar içinde kalmış saksılar gibi kulakları örten uzun saları” bulabildikleri kırık aynalarda adeta onlara isyan ediyordu. Yanık yüzlü ve donuk gözlü bu çaresiz insanlar elbette temizliğe ve hastalıktan korunmaya karşı değillerdi. Ancak kendisi de Seydi Beşir’de esir kalan İzmirli Asım İsmet’in (Kütük), “İki Fıçı” hikayesinde anlattığı gibi, özellikle herkesin gözü önünde

Türkçe “Soyununuz!” diyerek çırılçıplak soyulup “denize girer gibi” komutuyla hep birlikte kazanlara sokulmayı Türk askeri “ahlakî” bulmuyordu. Üstelik yoğurt gibi koyu, üzeri katranlı sarı mâyinin, bütün vücudu yakan cehennemî ateşine dayanmak da pek kolay değildi. Fakat İngilizler çareyi bulmuşlar,ya kırbaçlayarak ya da sıcak kumlara yatırarak itiraz edenler kolayca etkisiz hale getirmişlerdi.

Ahmet Urfalı