1953 yılında Konya'ya bağlı Çumra'nın Apa Köyü’nde doğdu. Annesi Münire Hanım, babası Hasan Bey'dir. 5 Kasım 2017'de Konya'da Hakk'a döndü.
Ali Küçük Hoca'nın 6 çocuğundan ikisi olan Rumeysa Küçük Koyuncu ve Nesibe Küçük Cansever hanımefendilerle Ali Küçük Hoca'nın hayatı ve hayat felsefesi üzerine konuştuk.
Ayşe As: Merhum babanızı Ali Küçük Hoca yapan hayat felsefesi neydi?
Onun yaşadığı dönemde ilmi imkânlar bakımından insanların tefsir ve hadis gündemden uzak bir dönemdi. Bu durum onu derinden etkiler, bu alanda yoğun çalışmalar yapılması gerektiğini düşünürdü. Bu hissiyatla ilk defa tefsir derslerine başladı. Başlattığı Kur’an tefsiri hale hale büyüyüp Kur’an-ı anlama halkalarına dönüştü. Kısa süre içerisinde bütün Türkiye’ye hitap eden bir anlam dünyası oluşturdu. İçinde yaşadığı toplumun Kur’an-a olan susamışlığı onun bütün işleri bırakıp bütün zamanını buraya vakfetmesine sebep oldu. Nihayetinde Türkiye’nin dört bir yanında ve hatta dünyanın pek çok farklı ülkesinde konferanslar verdiği bir sürece evrildi. Ve Kur’an-ı baştan sona defalarca tefsir etti. Onun gönüllere hitap eden bu anlatımı zamanla yazıya dökme beklentisi oluşturdu ve içinde yaşadığı çağa hitap eden büyük bir tefsir eseri kaleme aldı.
HERKESİN GÖNLÜNE HİTAP ETTİ
Besaiul Kur’an tefsiri, masa başında yazılmış bir kitap olmaktan ziyade kitlelerle birebir iletişim halinde teşekkül etmiş bir tefsir kitabıdır. Belki de bu sebeple okuyan herksin gönlüne hitap etmeyi başardı.
Ali Küçük Hoca, Türkiye’de Kur’an-ı lafzı ve manasıyla bütün insanların anlaması için çok büyük çığırlar açtı. Onun Kur’an daveti, Kur’an’dan habersiz bir nesli uyandırdı. Sadece lafzını okuyan bir nesil onun çalışmalarıyla Kur’an’ın anlamını fark etti. O bir nesli böylece yetiştirdi. Türkiye’de onun tefsir kitabına müracaat edilerek pek çok ders halkaları oluşturuldu. Böylece daveti milyonlarca insana ulaştı. Tefsir kitabından sonra, Besair-ul Ehadis adıyla bir hadis kitabı eseri kaleme aldı. Ömrü boyunca her gün tefsir dersleri yaptı.
Hayata Kur’an ve sünnet çerçevesinde bakmayı tavsiye eder, Kur’an ikliminden bir an dahi uzaklaşmamayı öğütlerdi.
Onu tanıyan herkes onun hiçbir insanı asla kırıp incitmediğini söylerler ve onu naif yönü çevresine büyük etki bırakırdı. Bir problemi olan kişiler ondan yardım göreceğini bilir, kapsısından içi huzurla ayrılırdı.
Ayrıştırıcı değil birleştirici bir özelliği vardı. İnsanları İslam dışına itmek yerine herkesi Kur’an ve sünnet eksenine toplamayı kendisine gaye edinmişti. Gereksiz polemiklere girmez Kur’an’ın rayihasını bütün dünyaya yaymaktan başka bir şeyi hedeflemezdi. İtidalli bir insandı.
Bize her zaman: “Doğru bilgiyi anlayıp özümseyin, O'nu insanlara ulaştırın. Bulunduğunuz ortamı siz yeşerteceksiniz” derdi. Ve bu çağa hitap etmemiz için bizi teşvik ederdi. "Bulunduğunuz ortamda gündemi siz belirleyin. Ama siz de kendinizden değil Kur'an ile belirleyin. Kur'an'ı öyle bir öğrenin ki; o ortamda aktif olarak Allah'ın varlığını tezahür ettirin. Allah, Kur'an tasavvurunu orada canlı tutun” derdi. Onun kalbe hitap eden bu sözleri bizim için de hayat boyu devam etmesini umduğumuz bir çizgi oldu. Babamız belli sabiteleri olan bir insandı. Ve bu sabiteleri hayatın her alanına uyarlamaya çalışırdı. Bize de hep tutarlılık ve dengeyi öğütlerdi. Biz evlilik yaparken mesela “Kızım siz ahlakına bakın” derdi. Kürsüde, kitap başında ne ise evde de oydu.
Bizi yönlendirir, rehberlik ederdi. Yönlendirir ama o yoldan gittik mi diye peşimizden bakmazdı, güvenirdi. Asla otoriter bir baba değildi. Bizi, “Şunları çalış gel, şunları oku” şeklinde bir yönlendirmeyle değil, kendi içsel yolculuğumuzu bulmamıza yönelik yetiştirirdi.
Ayşe As: Genellikle babalar dış ses oluyorlar. Çocuk kendi iç sesini duyup kendi yoluna koyulamıyor.
Mesela hafızlık yapmak ve ilim öğrenmek bizim kendi kararımızdı. Arapça öğrenmek de. O'nun; "Bitirdin mi, ne yaptın?" dediğini duymazdık.
Ayşe As: Hafız olun der miydi mi?
Hayır, O: "Kur'an'ı anlayın" dedi. Hafız olmak fikri; bizim Kur’an-ı anlama yolunu arayış serüvenimizde kendi tercih ettiğimiz bir duraktı.
Evimizin atmosferinde serbestlik hakimdi. Herkes istediğini okur, istediğini yapardı. Ama babamız bize o nuru hep yansıtıyordu. Bir yanlışımızı gördüğünde sadece bir kere uyarırdı. Bizler onun söylemek istediklerini anlar ve ona kızgınlık beslemezdik.
Vefatına kadar hatta son günlerinde dahi kendisine sorulan soruları cevaplamaya ve yardıma ihtiyacı olanlara kol kanat germeye devam etti.
Babamızın son nefesini vermeden önceki hali bile bize bir ders bıraktı. Vefatından hemen önce hemşire yatağından kalkmaması gerektiğini, abdest alamayacağını söylemişti. Babam hemşireye abdest almak istediğini söylememi istiyor, hemşire kabul etmiyor, "asla!" diyor. Hemşireyi çağırttı. O'nun bütün kararlılığına rağmen: "Kızım! Ben namaz kılan bir insanım. Abdest benim için çok önemli. Beni bırak abdest alıp geleyim" dedi. Hemşire sorumluluğun kendisine ait olduğunu bildiren bir belge imzalattı. Babam abdestini alıp yatağına geri döndü ancak o abdest son abdesti oldu. Bizimle başka bir şey konuşmadan ruhunu rabbine teslim etti. Zihnimize kazınan son sözleri namazla ilgili olmuştu: “Ben namaz kılan bir insanım, abdest benim için çok önemli.” Devamı Cumartesi Günü