Adaletin ne olduğu hukuk felsefesinin temel sorularından bir tanesidir. Tarih boyunca birçok düşünür, yazar ve aydın “adalet nedir?” sorusuna yanıt aramaya çalışmıştır. Bu konuda farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Başta İslamiyet olmak üzere birçok dinde de adalet kavramına değinilmiş, din âlimleri bu konuya dair kafa yormuşlardır.

Birçoğumuz günlük hayatta adalet kavramını sıklıkla kullanırız. Fakat adaletin ne olduğu, ne anlama geldiği konusunda çok az düşünürüz. Yani onun arka planı üzerinde pek konuşmayız. Hatta ne acıdır ki ülkemizde hukuk fakültesi mezunu birçok kişiye “adalet nedir?” diye sorduğumuzda bu kişilerin bu konuda sarf edecekleri bir iki cümle dışında söyleyecekleri çok da bir şeyleri olmadıklarını görürüz.

Şüphesiz bu durumun en önemli sebeplerinden bir tanesi de; hukuk fakültelerinde hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisi, etik, hukuk metodolojisi gibi derslere yeterince önem verilmemesi, bu derslerin öğrenciler tarafından formalite olarak görülmesi, ders saatlerinin diğer derslere nazaran daha az olması, verilen derslerin de nitelikli ve alanında uzman hocalar tarafından verilememesidir. Oysa ki bu dersler hukuk fakültelerinin olmazsa olmaz dersleri olmalıdır. Hukukun arka planını, adaletin ne olduğunu, hukukun değer-norm-olgu boyutlarını ve bunlar arasındaki sağlıklı ilişkiyi kuramayan, hukukun metodolojisini bilemeyen biri ne kadar iyi bir hukukçu olabilir ki?

Nasıl ki yöntem bilmeyen, usul bilmeyen bir aşçı elindeki malzemeyi güzel kullanamaz ve iyi bir yemek ortaya koyamazsa aynı şekilde de hukukun ilkelerini, kanunları ve diğer mevzuatı birer malzeme gibi tasvir edecek olursak; metodoloji bilmeyen bir hukukçu elindeki malzemeyi iyi kullanamayacak ve sorunu adil bir şekilde çözemeyecektir. İşte bu nedenle, Türkiye’de hukuk alanındaki sorunların çözülmesi noktasında atılması gereken en önemli adımlardan bir tanesi de bana göre hukuk eğitiminde hukuk felsefesi, sosyolojisi ve metodolojisi gibi derslerin yoğunluklarının artırılması ve bu derslerin nitelikli bir şekilde nitelikli hukukçularca verilmesinin sağlanmasıdır.

Şüphesiz bu adım, ülkemizde yaşanan hukuk alanındaki sorunların çözümü noktasında tek başına yeterli olmayacaktır. Bunun başka bazı adımlarla da desteklenmesi gerekir. Mesela adaletin sadece hâkim, savcı ve avukatların işine indirgenmeyip toplumla bütünleştirilmesi ve bu şekilde ele alınması yönünde bir yaklaşım tarzı değişikliği, atılacak bir başka önemli adım olarak düşünülebilir. Hâkimler, savcılar ve avukatlar elbette ki yargı sürecinin temel aktörleridir fakat adalette iyileşme, sadece bu aktörlerle olabilecek bir durum değildir. Adalet ve hukuk alanında iyileşme, toplumu da işin içine katarak olabilecek kapsamlı bir dönüşüm sürecini gerektirir.

İşte tam da bu nedenle daha çocukluk çağından itibaren gençlere adalet ve vicdan eğitimi verilmelidir. Bu en az matematik, fen ve sosyal bilgiler eğitimi vermek kadar hatta onlardan daha da önemlidir. Ağaç yaşken eğilir. Çocukluğunda adalet ve vicdan duyguları geliştirilememiş, adaletsizlik ve zorbalığın normalleştirildiği bir ortamda yetişmiş birinin daha sonra bu kavramları içselleştirmesi çok güçtür. Onun için okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise çağlarında her yaş grubuna yaşının gereklerine göre adalet ve vicdan anlatılmalı, onların adalet ve vicdan duyguları geliştirilmeye çalışılmalıdır.

Eğer biz adil bir toplum oluşturmak istiyorsak bu elzemdir. Daha çocukluk çağlarından itibaren insanların adalet ve vicdan duygularının geliştirilmesi, onların adalet bilincine sahip bireyler olabilmesi için çalışmak; onlara matematik, fizik ve kimya eğitimi vermekten önce gelir. Çok iyi fizik bilgisine sahip bir insan düşünelim… Eğer bu kişide adalet ve vicdan duyguları yoksa, bu kişi bu bilgisini iyilik yolunda değil de kötülük yolunda kullanabilir. Hatta atom bombası yapıp binlerce masum insanın ölümüne bile sebep olabilir. Dolayısıyla adalet ve vicdan en temel insani değerlerdir. İnsanı insan yapan değerlerdir. Bu değerlerden yoksun bir insan, profesör bile olsa; bunun insanlığa ve dünyaya katkısı değil zararı olur.

Sonuç olarak; şüphesiz daha adil bir toplum inşa edebilmek için atılması gereken birçok adım vardır. Ben burada naçizane iki adıma değinmeye çalıştım. Birincisi hukuk fakültelerinde hukuk felsefesi, sosyolojisi ve metodolojisi gibi dersleri nitelikli bir biçimde almış ve bunları özümsemiş nitelikli hukukçular yetiştirilmesi… Ve ikincisi de adalet alanındaki iyileşme için sadece yargı erkindeki aktörlerin değil toplumun her kesiminin sürece dâhil edildiği, çocukluktan yetişkinliğe kadar hayatın her aşamasını kapsayan bir eğitim ve bilinçlenme süreci…

Şunu da unutmamalıyız ki adalet yoksa hiçbir şey yoktur. Adaletin egemen olduğu bir toplumda yaşamak hepimiz için bir güvencedir. Onun için bu yazdıklarım romantik bir hayal değil, hepimizin hayatını doğrudan etkileyecek bir duruma ilişkin naçizane değerlendirmelerdir. Adaletin hayatın her alanına egemen olduğu bir ülke temennisiyle…