Yeni Zelanda’da Al Noor Camii de Cuma namazı kılan silahsız insanlara yönelik bir terör saldırısı gerçekleştirildi. Gerçekleştirilen bu saldırıda 50 tane Müslüman hayatını kaybetti. Saldırının ardından teröristin yayınladığı görüntülerin içeriği ise ziyadesiyle endişe verici, düşünülmesi gereken ve insanın tüylerini diken diken eden cinstendi. Teröristin pikniğe gidiyormuş edasıyla çıktığı yolda başlayan görüntülerin silahsız, masum Müslümanların vahşice katledilmesiyle son bulması izleyenlerin yüreğinde derin yaralar bıraktı, desek abartmış olmayız. Bu saldırının görüntüleri ve teröristin yayınladığı manifesto çerçevesinde olaya bakıldığında ise üzerine daha fazla eğilmek zorunda olduğumuzu görmek mümkün gözüküyor. Bütün dünyanın, Müslümanların ve özelinde Avrupa’nın bizatihi kendisinin yükselen İslamofobinin nereye doğru evrildiğine karşı derin bir analiz ve irdeleme ile birlikte tedbir alması elzemdir. 

         İslamofobinin ötesinde beyaz ırkçılığa dayalı bir Hristiyan radikalizmi halini alan bu durum tarihsel kökleri bağlamında irdelendiğinde, geldiği nokta itibariyle bir an önce tedbir alınması gerektiği sinyallerini vermektedir. Özellikle 11 Eylül saldırıları sonrası arttığı belirlenen İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığı bugün beslendiği kaynaklar itibariyle de hızla yayılmaktadır. İslam karşıtlığına ve İslam düşmanlığına evrilen İslamofiye giden yolda oryantalizm, medeniyetler çatışması, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık ve nefret söylemi gibi ideolojik yaklaşımlar önemli rol oynamıştır. Her geçen gün artan bu durum kendisinin ideolojik çerçevesini çizerek daha geniş meşruiyet alanları oluşturmaya da çalışmaktadır. Siyasal alanda da artan aşırı sağ, ırkçılık ve İslamofobinin kimi politikacılar tarafından da benimsenmesi bunun yayılması hususunda etkili gözükmektedir. Sosyal medya ve türevi merciler tarafından da yayılan söylemin her geçen gün yeni muhatapları kendisine dahil ettiği gözükmektedir. 

           Öyle ki, bu durumun artık istihbarat raporlarına yansıması ve tedbir alınması gereken bir durum olarak kabul görmesi gecikmiş olsa da önemlidir. Bu nokta da Belçika İstihbaratının 2018’e ait kamuoyuna açık bilgilerine bakılması gerekmektedir. Bu raporda Batı Avrupa’da ‘’beyaz yakalı aşırı sağın’’ yükselişe geçtiği ve ‘’aşırı sağın silahlanma’’ eğiliminde olduğu kaydedilmektedir. Üstelik aynı raporda aşırı sağın gençlerde fazlasıyla karşılık bulduğu ve üniversitelerde yoğun bir teşkilatlanmaya yöneldiği notları bulunmaktadır. Bu anlamda yukarıda da kısaca değinildiği gibi kimi politikacılar tarafından da nefret söyleminin benimsenmesi endişeleri artırmaktadır. Üstelik AB Temel Haklar Ajansının yayınladığı bir raporda günlük hayatta Müslümanlara karşı girişilen ayrımcılığın boyutları rahatça görülebilmektedir. Bu raporda Müslümanların yüzde seksene yakın oranda yaşadıkları ülkeleri benimsemelerine karşı basit bir iş başvurusunda dahi ayrımcılığa maruz kaldığı not edilmektedir. Bunun yanında Yeni Zelanda’da gerçekleştirilen saldırı sonrasında İngiltere’nin Birmingham kentinde dört camiye yönelik gece saatlerinde bir saldırı gerçekleştirilmesi de İslamofobinin teröre evrildiğini gösterir niteliktedir. 

         İslam ve Müslüman düşmanlığının Hristiyan radikalizmi halini alan durumunun terör saldırısı şekline bürünen Yeni Zelanda saldırısında, teröristin yayınladığı manifesto dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Saldırganın araçta dinlediği marştan, silahın üzerine yazdığı tarihlere ve sloganlara kadar tarihsel bir kökten beslenerek meşruiyet alanı oluşturma kaygısı, terörizmin ideolojik çerçevesini çizmesi açısından önemlidir. Hristiyan radikalizmine dayanan bu terörizmin ideolojik çerçevesini çizerken Türkiye ve Türk tarihini de hedef alması, fikri alt yapısındaki kimi izleri göstermektedir. İslamofibinin 11 Eylül saldırısı sonrası arttığı tespit edilmesine rağmen teröristin manifestosunda Türkiye ve Türk tarihi vurgusu yapması aslında bu düşmanlığın fikri zeminde bir çatışmadan beslendiğinin de kanıtı niteliğindedir. Öyle ki bir medeniyeti düşman atfederek yayınlanan metinin aslında terörizmin ideolojik çerçevesini belirleme kaygısı taşıdığı anlaşılmaktadır. Üstelik bu teröristin tek başına hareket etmediği bu ideolojik söylem ile ispat edilebilmektedir. Tarihsel anlamda beslenen söylemin ve kullanılan sembollerin bir grup tarafından hazırlandığı çok net belli olmaktadır. Bu da sonrası için daha da endişe verici bir tabloyu işaret etmektedir. 

     Bu saldırıda Yeni Zelanda hükümetinin tutumunun yerinde olduğunu söylemek mümkün gözükmektedir. Yükselen Müslüman düşmanlığını kabul eden Başbakan Jacinda Ardem’in açıklamaları ve sonrasında ki izlediği politika bizim açımızdan da önemlidir. Yeni Zelanda radyo ve televizyonlarında canlı yayında Kur’an okunması, Başbakan’ın bir hadise atıf yaparak açıklama yapması durumun ciddiyetle önemsendiğini de göstermektedir. Üstelik yükselen İslam ve Müslüman karşıtlığının yanında kimi kesimler tarafından camilerin etrafında Müslümanlara destek olunması gibi hadiselerde kıymetli gözükmektedir. 

      Ancak yükselen İslamofobiye karşı bir an önce devlet ve devlet üstü aktörler tarafından önlem alınması gerekmektedir. Bu çerçevede İslamofobiyi ‘’insan hakları ihlallerine yol açan bir ırkçılık’’ olarak siyaseten ve hukuken tanımlamak bir zorunluluktur. Ayrıca bu tanımla ile birlikte mücadele eylem planı hazırlanmalı ve eyleme geçilmelidir. Bunun için Hristiyan radikalizminden beslenen İslamofibinin ırkçılık olarak kabul edilip terör eylemlerine giriştiğini kabul etmek ve bir an önce eylem planı hazırlamak Avrupa adına bir mecburiyettir. 

       Yeni Zelanda da hayatlarını kaybeden şehitlerimizi rahmetle anıyor, yaralılara acil şifalar diliyorum..