Yalnızsın biliyorum! Yalnız geldin dünyaya, yalnız yaşadın; yine yalnız gideceksin âlemi bekâya!

Annenin karnında başka bir âlemde idin; o daracık uçsuz bucaksız yerin tek hâkimi, kralı idin! Dilediğince yaşar, yalnızlığınla rahatça hem dem olabilirdin. 

Gün geldi ayrıldın oradan istemeyerek. Zira dar-ı dünyaya ilk defa açınca gözlerini irkildin, şaşırdın, ağladın. Sıcacıktı orası tam da senin yaşayabileceğin şekilde ayarlanmıştı sıcaklığı. Bu soğuk küreye düşünce ilk kez üşüdün çenen titredi de anneciğinin seni sardığı örtü ten örtüsü kadar ısıtamadı canını. 

Orada kapalı idi gözün fakat gönül gözüyle görülmedik yer bırakmazdın. Bambaşka yörelerde bambaşka maceralara atılırdın da yaşadıklarını kimseye söyleme ihtiyacı duymazdın. Zaten kim vardı ki senden ve sessiz, harfsiz, sözsüz konuştuğun yaratanından başka.

Annenle tanıştın! O sana hiç de yabancı gelmedi. Keyifle gülümsedin yüzüne, çekinmeden bıraktın kollarına kendini. Fakat başından beri biri daha vardı yanınızda baba diyorlardı ona; aslında o olmasa da olurdu senin için bütün dünyan annendi ne de olsa. Fakat o ısrarla kalmaya devam etti. Kendini kabul ettirdi. Acemice tutuyordu seni incitmekten çekiniyordu sanki. Fakat heyecanı gözlerinden okunuyordu; sana olan sevgisi ve hayranlığı da görüyordun o gözlerde. Kanın ısındı sonra “iyi biri” dedin, “ zararı yok kalsın bizimle.” 

 Gün geçtikçe çoğaldı etrafındaki insanlar. Kimi çok ilgi gösterdi kimi umursamadı;  sen de onları! Geldiğin dünyanın kurallarını öğrendin bir bir. Her yerin bir yaşam kılavuzu vardı. Ayak uyduramayan çevredekiler tarafından yadırganıyordu. Sessiz işliyordu kurallar; toplumun yaptırımı kelimelerle değil jestlerle idi. Kelimeleri öğrendikçe, kendini onların diliyle ifade etmeye başladıkça kendi dünyandaki dili unuttun. Fakat kısırdı bu dünyanın kelimeleri, eksikti. Duygu ve düşüncelerini tam olarak ifade edecek kelimelerin yoksunluğu kanattı seni. Duruma göre bazen ağladın sözler kifayetsiz kalınca, bazen öfkelendin beden diliyle anlatmayı yeğledin kendini. Bir an geldi içine patladın. Büyük hasara yol açtı bu patlamalar; yıprattı seni. 

Sonra bir gün sessiz kalmanın kendiyle baş başa kalmakla eş anlamlı olduğunu keşfettin. İşte o zamandan beri yalnızsın!

 Kalabalıklar içinde tek başınasın. Etrafında olup bitenlere kayıtsız kalmayı, duvar gibi, beton gibi, taş gibi olmayı öğrendin nicedir.

Şimdi bir tramvayda insanlar içinde yine kendinle baş başa yol alıyorsun. Herkesin kafası öylesine meşgul herkes kendi derdiyle öylesine dolu ki bu çarkın dışına çıkmaya, saatlerden, sıfatlardan, rollerden bağımsız yaşamaya hatta bir an olsun çıkmaya hiç kimsenin hakkı yok. Sen de onlardan birisin. Sözüm ona normal insanlar bunlar! Her işleri olması gerektiği gibi! Çok ciddiler! Hepsinin işi çok mühim, önemli adamlar onlar! 

Bilseler seslerini, kelimelerini, hislerini, mimiklerini yitirdiklerini; makineleştiklerini! Ah bir farkına varsalar! Her nefeste dünyanın onları buharlaştırdığını, tükettiğini, ezdiğini! Belki o zaman her şey çok daha farklı olabilirdi. Değişebilirdi bu asık suratlar. Yeniden gülebilirdi. Selamı çok gördükleri insanların gözlerinin içine bakmaya cesaret edebilselerdi bu korkaklar. Karşısındakine sen varsın, seni görüyor ve kabulleniyorum mesajı verebilselerdi. O zaman dağılırdı yüzlerindeki bulutlar. Maske takmaları gerekmezdi, gereksiz kasmazlardı o zaman.  Kasıla kasıla gevşemeyi unutan yüz kasları bir çocuk parkı görünce değişir yumuşar rahatlardı. Hatta tramvaydan inince ebelerdi önündekini!

İyi hafta sonları!