Vakitlerden Recep ayının yirmisiydi. Mevsim, eskimiş kış ile yeni doğmuş bahar arasında bocalıyor henüz. Laleler hasatta, akşamsefaları kokmasa da daha, hazırlıkta. Fakat en çok gül ağaçları durmuştu çiçeğe. 

Meyve vermeyecek olan bir bitkinin sadece goncası için bu kadar çok sevilmesi ne güzeldi. İnsanoğlunun gazabı, sanki bir tek ona değmemişti. Bin yıldır sevenin sevdiğine gül vermesi, peygamber âdetindendi. Hiçbir rengi yekdiğerine benzemese de güldü nihayetinde. Peygamber terinden, onun hürmetinden, sual olunmaz ama renginden çok sevilen dikenindendi kıymeti. 

Sabah vaktinin borcuna ezanın davetinden önce uyanmıştım. Daha vakit girmemiş, niyetimi vaktinden önceye almıştım. Nicedir mahrumdum bu teheccüd vaktinin güzelliğinden. Gelmesini beklediğim hasretimi, bu vaktin kıymeti için bir daha anmıştım. Böylesine bekliyor olmasam, geç kalacağımdan korkmasam, uyanmazdım.

Pencereyi açtığımda, odaya giren kokunun ne kokusu olduğunu anlayamamıştım. Oysa sahibini tanımıştım. Beklenenin geldiğine şahitlik eden bu kokuyu, tanımasam da, yan yana yaratılmışız gibi, yaratılırken sol avucuma bulaşmış çamurdan yadigâr gibi hatırlamıştım. 

Kokuların sahiplerine tabi olduğu muhakkaktı. Ve bir koku en çok sahibinin adıyla anılırdı. Bu yüzdendi belki de sevenin sevdiğini kokusuyla hatırlaması. Tecrübeme değilse de, sevgime güvenip, sağ elimin işaret parmağı ile bir kez daha şerh etmiştim. Sevdiğimin kokusuydu. Bilmiştim. Sevdiğim kadar, bu cennetten kalma kokuyu da sevmiştim. 

Duâmın geri çevrilmeyeceğine olan inancımla, kendime değil, beni yaratana olan güvenimle, ellerimi açıp, ekmekten, sudan, uykudan ve hatta ömrümden olsun imtihanım ama bu kokunun sahibini bana imtihan kılma demiştim. 

Güneşin doğuşunu beklemem, karşı evin duvarında cilveleşen kumruları izlemem, gelecek olanın gelmesine henüz varken, yine de vakit daraldı diye bilmem hürmettendi. Hürmetim ise her şeyin önündeydi. 

Evden çıkıp bekleyeceğim menzile giderken, yol kenarında birikmiş olan suya selam verişim de bundandı. Gelenin geldiğinden suyun da haberi olmalıydı. Elimde tuttuğum, Nişabur firuzesine benzeyen bir taşı, suya bırakırken, suyun yüzünde oluşan harelerden anlamıştım. Sevdiğim bu şehre adım atmıştı. Haberini sudan almıştım. O mavi taşı da, müjdesine mukabil suya adamıştım. 

Ne kalmıştı geriye? Ahşap minareli bir caminin sokağına girdiğimde, içimde büyüttüğüm hasret, suya bıraktığım mavi taş gibi soğumuştu. Teheccüd vaktindeki kokudan, suyun haresinden, hasretimin daha görmeden bitmesinden anlamıştım. Sevdiğim bu şehre adım atmıştı. Ve toprak şahit ayaklarımdaki titremeye, dilimde biriktirdiğim bütün cümleler o anda yüzümde goncalaşmıştı.

Hangi yıldız kayarken dilemiştim ben bu ânı? Hıdrellez vaktinde hangi gül ağacının toprağına yazmıştım. O telaşla hatırlayamamıştım, böylesine büyük bir duânın kabulünü, hangi anıya sarıp sarmalamıştım?  

Ben, ismimin ilk hecesinde hakikati arayan “Ayın” harfi ile onun isminde uyuyan bir “Be” kadardım.  Onu bulacaktım. Bu dünyada, başka gayem kalmamış gibi cüretkârdı arayışım. Emir taa göklerden gelmiş gibi inatçı. Oysa bulacağım, arz ile gök kubbe arasında eni sonu bir âdem kadardı. Ama yüreği epeyi hallice, sırtı ateşe dönük bir adamdı. 

Şehir meydanı kalabalık, yollar hıncahınç. Benim aradığım yalnızca bir bedendi. Nasıl olup da bulacaktım? Ne zaman kaybetmiştim? Bunca büyük sözü, gaflete düşüp de nasıl söylemiştim? Ve şimdi ne yazacak olursam olayım bu müsveddelere, bütün cümlelerim hece vezninde. Bütün hecelerim onun isminin redifinde. 

Şuncacık başım, daha bir çeyrek asırlık olmayan yaşımla, ben ne zaman niyetlenmiştim böyle bir şiire? 

Ellerim iki yanımda nereye sığacağını bilemezken, dilimde bir dizi söz sıralanırken, sonunda bulmuştum aradığımı. Fakat kaybettiğimi bulmanın bezgin karşılayışı değil, yıllardır beklediğim kişinin çıkıp geldiğindeki haklı gururu. 

Gözlerinde safran sarısına, haki yeşiline adını bilmediğim daha nice renklere düşmüş olan bir sefa. Benim dilimin ucunda sıralanıp duran ama ille de susan, edep diye uyuyan bir dizi cümle. 

Hepsine özetle:

Hoş geldin. Bin yıllık hürmet ile bir ömürlük misafire!