Küçüklüğümden beri hayalimdi kapağını açıp bir şeyler karalamak. Kısmet bugüneymiş. Yıllar sonra kapağındaki tozları üfleyip açmayı nihayet başardım ancak tek başına açmak yetmiyor; ne yazmalı? İlk sayfayı boş bıraktığıma inanamıyorum. İnsan en azından adını falan yazmalı değil mi? Ama yok. Günlük plan yapmak, yaşadığı önemli olayları bir deftere not etmek için defalarca niyet edenfakat bu düşüncesini bir türlü hayata geçiremeyen; maymun iştahlı küçük kız çocukları gibi!O yıllarda ben de yalnızca kapağı gayet cafcaflı bir hatıra defterine sahip olmakla iktifa etmiş, içine bir şeyler not etmeyi hiç aklıma getirmemişim. 

Geçenlerde tramvayda şahit olduğum bir olayı anlatmakla başlayabilirim galiba; ya da onu sonra anlatırım; öncelikle benim için ehemmiyeti olan bir mevzudan başlayayım en iyisi.

Efendim malumunuz eskiden televizyon yalnızca masum bir kitle iletişim aracı iken, şimdilerde doğruluğunu araştırmaksızın her duyduğunu etrafa yayan hafif meşrep mahalle kişileri gibi çalışıp, milletin kirli çamaşırlarını ortaya dökmeyi marifet sayan ve zaman zaman milleti birbirine düşüren nifak odakları gibi vazife görmeye başladı. Hele de gündüz kuşağında yayınlanan programlar katlanılır gibi değil. Özellikle de evlilik programları toplum ahlakını erozyona uğratan cinsten. Evlilik kurumu gibi çok ciddi bir oluşumu bu kadar hafife almak ve basite indirgemek hangi sivri zekâlı yapımcının fikridir bilmem ama bildiğim bir şey var ki bu böyle devam ederse gelecekte çocuklarımızı bekleyen felaket hiç de azımsanamayacak ölçülerde olacaktır. 

İlk sayfadan böyle tatsız bir başlangıç yaptığım için beni bağışla sevgili günlük fakat bunu yazmazsam çatlardım. Neyse ki ikincisi daha güzel bir mevzu; şöyle ki: Bahsettiğim gibi geçenlerde tramvaya binmiş giderken rahatsızlığının tıptaki adını bilmediğim; belirtileri gözlerde hafif şaşılık, ellerini ve ayaklarını istediği gibi kontrol edemediğini tahmin ettiğim fakat yanında kimse olmadığından kendi başına yürüyerek hareket edebildiğini düşündüğüm genç bir kız boş koltuklardan birine oturmuş. Bense tam onun önünde ayakta beklerken bir an göz göze geldik. Bana yeşile çalan açık renkli güzel gözleriyle gülümsedi ve elleriyle bir şeyler işaretetmeye başladı. Dikkat edince oturduğu koltuğa oturmak isteyip istemediğimi sormaya çalıştığını şaşkınlık içinde anladım. Kibarca oturmak istemediğimi belirtip teşekkür ettim. Bu olay beni öylesine etkiledi ki uzun süre yüzümdeki şaşkın gülümsemeyle öylece düşündüğümü hatırlıyorum. 

Dış görünüşün hiçbir önemi olmadığını, asıl marifetin ruha hitap etme becerisine sahip olmaktan geçtiğini anladığım ender anlardan biriydi.

Bir yerde kurgu mu gerçek mi ayırt edemediğimiz gayrı ahlaki programlar ve bu programları soluksuz izleyen bilinçsiz güruh ki benim görüşüme göre insanlar o programlarda anlatılan hayatlar sayesinde kendi hayatlarını temize çekme, ''beterin beteri varmış halime şükretmeliyim''deme ve kendi egolarını tatmin etme imkânı buldukları için izliyorlar. Diğer yanda yaşamın beyindeki engelleri kaldırabildiği ölçüde değerleneceğini idrak edebilen güzide ruhlar!

Ne oldu bize? Ne zamandan beri duygularımızı ekranlara hapsedip kalbimizin ve ruhumuzun sesine kulak tıkayarak yaşar hale geldik?

Seni ilk satın aldığım zaman sevgili günlük, bambaşka konulardan; daha çok da kendimden bahsedecektim şüphesiz. Fakat artık mesele renkli kutusu içinde yirmi dört renkten oluşan pastel boyalara sahip olmaktan veya arkadaşının doğum gününe çağrılmamaktan çok daha ciddi...

Büyüdük mü ne!