İnsan ölmeye doğar. Her nesnenin sonu var olduğu andan itibaren bellidir. Yaşlı dünya yaratıldığında sonunun kıyamet olacağı gün gibi ortadaydı. Çiçekler solmaya açar. Yapraklar sararmaya yeşerir. Ağaç tekrar çıplak kalacağını bile bile giyinir yeşil donunu üç günlük baharda. Yerden sivrilen her fani başı göğe deyse de yüzü yere gözü toprağa bakar.

Bizler dünyanın sonbaharına kalmış talihsiz halkı olarak diriltmeye çalıştığımız yalancı baharın sarhoşluğuyla oynanan gölge oyununda sahte galibiyetler peşinde koşarken ve günü kurtarmaya çalışırken ipleri ellerinde tutanlar figürleri istedikleri gibi oynatmanın tadını çıkarmadalar.

Ne de olsa dünya bir oyun ve eğlenceden ibarettir.

Dedelerimiz değil bize torunlarımıza bile bol bol yetecek kadar kahramanlık göstermiştir. Onların öykülerini birbirimize ballandırarak anlatır, içimiz rahat uykuya dalarız Allah rahatlık versin!

Yine ipleri ellerinde tutanlar Ayşe'nin bebeğini büyütmesine göz yumar iyi bir gelecek hayaliyle avutarak yirmi yaşına getirip askere yollamasını beklerler. Orada kıyarlar Ayşe'nin bebeğinin canına. Ahmet oğlunu yetiştirir büyütür zar zor polis yapar, hayata kazandırır. O zaman kırarlar Ahmet'in fidanını. Yaşam düzeni öyle bir hal almış ki geride kalan da çarkın dişlileri arasında ufalanan da ezilmeye ve yok olmaya mahkûm zira bu gidişatta aracın yegâne yakıtı insan.

Hani Türk Milleti kahramandı. Hani erkeğiyle, kadınıyla, yaşlısıyla, genciyle, dişiyle, tırnağıyla, kazmasıyla, küreğiyle kazanmıştı bağımsızlığını. Hani hiç kimseye boyun eğmezdi. Bağımsızlık bir kere bir neslin kazanmasıyla ilelebet bizlere ve sonrakilere miras kalan ve harcamakla bitmez bir cevherdir yalanını da kim uydurdu. Adamlar dünyanın her yerinde gözümüzün içine baka baka her türlü hakkımızı elimizden almaya devam ederken biz onların üretimi olan ürünleri tüketmeye, kendi iş gücümüzle de onların çarklarını döndürmeye devam ediyor bunu da yaşamak için elzem görüyoruz.

Bu gidişe kim dur diyecek? Dünyanın dört bir yanında Uygur, Türkmen ve son olarak vatanımız olan Türkiye Cumhuriyeti'nde yitip giden canların, ağlayan anaların gözyaşlarının hesabı ne zaman ve kime sorulacak? Uyuyan kurt ne zaman uyanacak? Kızıl Elma, Turan hep uzak hayaller olarak mı kalacak? Orta Asya'da at koşturan, vatan kapıları açan, çağ açıp çağ kapatan atalarımızın ruhu ne vakit şad olacak? 

Umutsuz olmayalım. Elbette ki damarlarımızda akan asil kan bizlere aslımızı hatırlatacak. Kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi mutlaka kavrayacak ve silkinip kendimize geleceğiz. Asım'ın nesline yaraşır ahlak ve terbiyeyle tüm dünyaya gerçeğimizi, Türk'ün gerçeğini haykıracağımız günün şafağına çok az kaldı. Oyunun bir parçası olmak yerine oyunu bozan olmak. Gerçek düşmanı doğru teşhis ederek topyekûn saldırmak ve düzenlerini başlarına geçirmek için hiçbir zaman geç kalınmış sayılmaz. 

Yeter ki tarihi ve bugünü doğru okumayı bilelim. Sağduyuyu hele de şu günlerde asla elden bırakmayalım. ''Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez'' dediği gibi koca Akif'in birlik ve dirlik zamanıdır ey yüce, kahraman milletim.