Son yıllarımızın en çok konuşulan konuları arasında yer alan “Orta Gelir Tuzağı” çeşitli çevrelerce tekrardan dillendirilmeye başlandı. Hikâyenin içeriği şu şekilde; gelişmekte olan ülkelerin içine düştüğü tarımdan sanayiye geçişin önce hızlanması, ardından yüksek sermaye gerektiren alanların ekonomi içinde ağırlık kazanması, ancak ülkenin tasarruf açığı nedeniyle dış tasarrufa ihtiyacının bulunması aynı şekilde hizmetler sektörü ağırlığının giderek artışı ve son olarak ilk dönemlerdeki gelir artışının belirli bir aralıkta sıkışıp kalması konunun özünü oluşturmaktadır.

Hal böyle iken, konu ile ilgili farklı görüşler de sivil toplum örgütleri tarafından ortaya atıldı. Bunlardan bir tanesi, 2014 yılında çokça konuşulan “Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Başkanı Süleyman Onatça'nın, İstanbul ve çevresindeki 14 ilde orta gelir tuzağı riski bulunmadığını belirterek, "Türkiye'ye 3 İstanbul daha lazım. Böylelikle çevrelerindeki illeri besleyerek, bölgeler arası gelişmişlik farkını ortadan kaldırırlar."”  şeklindeki görüş oldu. Buradan anladığımız, orta gelir tuzağı olayının Türkiye için farklı anlamlar taşıdığı yönündedir. Bu farklı anlamlar; yoksulluk, bölgesel gelişmişlik farkları, gelir dağılımı bozukluğu, sosyal kalkınmışlık açığı gibi ülkemizin kronik sorunlarına işaret etmektedir. Yani orta gelir tuzağı aslında ortak gelir tuzağına dönüşmüş durumdadır. 

Bununla ilgili bir yayın TÜRKONFED tarafından, 2013 yılında Araştırma Raporu şekilde çıkarıldı. İki cilt şeklinde yapılan çalışmanın başlığı, “Orta Gelir Tuzağı'ndan Çıkış: Hangi Türkiye? Cilt 1-2: Bölgesel Kalkınma ve İkili Tuzaktan Çıkış Stratejileri” şeklindedir (http://turkonfed.org/Files/ContentFile/ogt-raporu-ii-cilt.pdf). Prof. Dr. Erinç Yeldan başkanlığında bir ekibin yaptığı çalışmada daha çok; bölgeler itibari ile makroekonomik analizin yanında, ekonomi politikası arayışları, orta gelir tuzağı riski olan ve almayan bölgelere yönelik stratejiler anlatılmaktadır.

Raporda öne çıkan tespitler; 1950 yılı sonrasındaki milli gelir artışları bir bütün halinde değerlendirildiğinde artış hızının yavaşlama eğilimine girdiği, sermaye, emek ve toplam faktör verimliliğinin 2000-2010 yılları arasında ithal sermaye girdisi ihtiyacını artırıcı yönde geliştiği, bölgesel gelişme stratejilerinin tekrar gözden geçirilmesi gerekliliği, bölgesel olarak yığılmaların gözlendiği şeklindedir.

Raporun sonuç kısmında, Türkiye'nin üretim yapısının sermaye-yoğun teknolojilere dayalı olduğu, ithal edilen sermayenin ise makine teçhizat ve teknoloji ihtiyacı ile birleşince Türkiye ekonomisinin büyümesinin aşırı ithalata bağlı olarak geliştiği çıkarımı yapılmakta ve çözümün; doğru ürünün üretilmesi, ihracatın geliştirilmesi ve bölge bazlı kalkınmanın sağlanması ile mümkün olacağı ifade edilmektedir.

Çalışmanın tamamı incelendiğinde gündelik olarak ekonomi kavramlarının dillere pelesenk edilmesi buna karşın ekonomi kavramlarının içinin doldurulmasında karşılaşılan zorluklar akla gelmektedir. Hâlbuki kavramın teorik bir çerçevede ele alınmaması ve takibinde uygun politikalarla desteklenmemesi yanında bir de politika uygulayıcıları tarafından gösterilen özensizlik, sorunların kronik bir hal almasına ve yapısal sorunların ağırlaşmasına neden olmaktadır.  Bu anlamda ancak iktisadi meseleler, iktisadi bir bakış açısı ve ülke gerçekleri ile birleştirilebilirse doğru çözümler için kapı aralanabilecektir.

Kalıcı çözümler köklü politikalar gerektirir.

 

Y. Doç. Dr. Bülent Darıcı

[email protected]