Buraya felaket tellalı olmaya gelmedim. Onu bunu eleştirip, şuna buna saydırmak da değil niyetim. Karamsar değilim. Hele ümitsiz hiç değilim. Âlemin dertlisi de ben olmadım hiçbir zaman. Ahkâm kesmekten ve ders almadan ders vermeye kalkışmaktan Allah'a sığınırım. Aynaya bakmadan ayna tutmaktan imtina ederim. Kendimi tartmadan başkalarını teraziye koymadım şimdiye dek. Zaten "başkaları" da çok umrumda değil. Çünkü kişilerle değil fikirlerle benim derdim. Hata yapmaya meyilli bir şekilde yaratılmış ve şeytan kendisine imtihan kılınmış insanla uğraşmak akıl kârı değil. "İyiliği emretmek, kötülükten men etmek" ise görevim, görev yerim fikirlerdir. Bu yolda ilk muhatabım ise bizzat kendimdir. Bana verilen ömür süresince bu görevi gönüller kazanarak ve tevâzu ile yapmak, yegâne dileğimdir.

Hoşgörmeyi, anlayışlı olmayı, itidâl üzere bir yol tutup aşırıya kaçmamayı, tevâzuyu elden bırakmamayı şiâr edinsem de dinime, dilime, vatanıma, milletime ve değerlerime dil uzatanın dilini kesmekten bir ân geri durmayacağım. Omurgayı sırtımda değil tam da kalbimde ve fikrimde hissedeceğim. Bilirim ki karakterime inşâ edeceğim omurga, en az sırtıma inşâ edilen omurga kadar hayâtidir. Hele ki hayâti imtihanlardan geçtiğimiz şu süreçte "omurgasız" olmak kadar acınası bir durum yoktur. Zira şahidi olduğumuz şu zor günlerde, omurgasızların içinde bulundukları kör çukurlardan sürünüp de dinime, devletime ve milletime dil çıkarmaya çalışmaları... Komik bunlar. Oldukça zavallılar. Gün birlik olma günü denildiğinde sağdan soldan, kanaldan, radyodan veya sosyal medya hesaplarından bozgunculuk çıkarmayı kendilerine prensip edinmiş küstah varlıklar. Yedikleri kaba tükürürler bunlar. Ekmeğini yediği, suyunu içtiği memleketin sahalarında hizmete koşabilecek yiğitlerden değil, klavye başında ya da bir televizyon kanalında laf yarıştırıp nefret kusmaya planlanmış kuklalar. Ne aklım alıyor böylelerini ne de midem kaldırıyor. Yok "onun hakkı", yok "bunun hakkı", yok "adalet", yok "eşitlik" diye zırvalayanlar; şimdi koronavirüs sebebiyle işlerinden olmuş vatandaşlarımızın yarasını sarmak istediğimizde neden köstek olurlar? Çünkü sıra işe geldiğinde, henüz insanlığa girişte otomatik döner kapıya takılır bunların lafları. Döner döner aynı lafı geveler, aynı sakızı çiğnerler. Sakızlar kapıya yapışınca bir türlü insanlıktan içeri girip de nasiplenemezler. Maskeler de hep böyle zamanlarda düşüverirler. İlginçtir, virüs maske taktırması gerekirken maske düşürmeye de kâdir edilmiştir. Heyhat, maskenin ardında yüz de bulamazsın! Olur da bulursan; bir yüz değil, kaç yüz bulur da sayamazsın!

Asırlardır topraklarına hakikâtin uğramadığı Batı, koronavirüs sebebiyle hakikâte doğru keşfe çıkarken; asırlardır toprakları hidâyet nûruyla aydınlanan memleketimde koronavirüs, omurgasızları "Bilim mi, din mi?" sorularıyla ifşâ eder. Toprağımın irfânı kendilerine bir nebze dâhi sirayet etmemiş olan bu haysiyet yoksulları; kendileri utanmayan, fakat bizleri utandıran ve usandıran yüz karalarıdır. "Süper güç" diyerek peşinden koştukları, bilimine hayran kaldıkları Amerika; hastanelerinde doktorlarının biçâre bir hâlde tanrılarına dua eden videoları ile gündeme düşer. Aylardır yeryüzünü terk etmemiş olan virüs, her gün yüzlerce can alırken şu omurgasızların taptıkları bilim nerede kalmıştır? Anlamazlar. Dinlemezler. Bin nasihât yetmedi bunlara, bir musibetin devâ olacağını umarsın; ne çâre! "Sizin dininiz size, benim dinim banadır." der ve her şeye rağmen hidâyetleri için duâ eder, imânın güzel sırrına varırsın.

Sosyal medyanın, omurgasızlarla sosyal mesafeyi korumadığı âşikâr. Omurgasızlık sosyal medya yolu ile günden güne yayılıyor. Çünkü sosyal medyanın insanlara "oturdukları yerden sallama" gibi bir şansı verebilecek devâsâ bir cazibesi var. Fesatlıkta doktora yapmış, fitneciliğin okulunu dereceyle bitirmiş omurgasızlar için hırs tokluğuna çalışabilecekleri bir mecra sosyal medya. Üstelik koronavirüs gibi toplumsal hatta evrensel meselelerde kendinizi herhangi bir sosyal medya hesabınızda iken kahvehanede gibi hissedebilirsiniz. Öyle ki sağlıkla âlâkası olmayanların sağlık sistemi hakkında ahkâm kestiği, normal zamanda okula gitmekten hayıflananların uzaktan eğitime laf ettiği, dünyadan haberi olmayanların ülkeyi velveleye vermek için bir haber ajansı gibi çalıştığı uçsuz bucaksız çukur... Avrupa'da yüzlerce dolarla ifade edilen tedavileri ücretsiz uygulayan, aylar öncesinde her alanda tedbirleri planlayan, sürecin başından bu yana her şeyi halkla şeffaf bir şekilde ve doğru zamanlamalarla paylaşan, laboratuvarlarının sadece kendi topraklarına değil tüm insanlığa yararlı çalışmalar yürüttüğü, salgın için hayâti derecede önem arz eden koronavirüs tanı kitlerini dünyaya ihraç eden, zorda kalmış İtalya ve İspanya gibi ülkelerin imdâdına yetişen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yıpratmaya çalışan omurgasızların hücûm alanı... Meydanı ancak ve ancak sanal âlemde okuyabileceklerin zavallı silahı... Tabii; yalanla dolanla, fitneyle, fesatla, dünya sevdasıyla kıvrananlara zor gelir er meydanı...

Gördüm ve öğrendim ki bir duruşu olmalı insanın. Bir sevdası, bir davası olmalı. Hakikâte yol aldıracak bir fikri olmalı. "Omurga"yı sadece biyolojik bir terim olarak değil, ideolojik bir terim olarak da tatmalı.

Rabbim omurgasızlar karşısında hâk ve hâkikat için dimdik duranların yâr ve yardımcısı olsun!