Okullar geçen hafta açıldı. Bu hafta da bazı üniversiteler eğitim öğretime merhaba dedi.

Hem ilk ve orta dereceli okullara hem de üniversite öğrencilerine başarılı ve huzurlu bir yıl geçirmelerini dilerim.

Yeni öğretim yılında bütün okullarda ilk dersimiz 15 Temmuz kalkışması oldu. Yani beyin yıkama ilk operasyonu başlatılmış oldu. Böyle bir olayı bayrak yapıp, kendini ulusal kahraman yapmak şovdan başka bir şey değil.  Bizim milli eğitim olarak şova ihtiyacımız yok. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını, öğrencisini milli birlik ve şuur kazandıracak, Cumhuriyetin faziletlerini bilecek ve ilkelerini koruyacak, vatanını milletini sevecek, tarihi olaylardan ders çıkartacak, küçücük bir aşiret iken bir cihan imparatorluğuna yükselen Türk devletini ileriye götüren saikler baz alınacak, bunlar zamanı şartlarına göre yorumlanarak okullarına müfredat olarak konulacak eğitim politikasına ihtiyacımız vardır. Bir devleti hangi değerler yükseltmişse o değerler işlenmeli, neler devlet çarkını tersine döndürmüş, bozmuş ise onlar elenmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu zaman İslam kültür ve medeniyetinin en son temsilcisi Türk Cihan hâkimiyetin yegâne sembolü tarihe karışmıştı. Osmanlı Devleti, saltanat ve hilafet kaldırılmakla tarihe karışmadı. Adaletin kaybolduğu, rüşvetin kol gezdiği, devlet hizmetinde adam kayırmalar, liyakatsiz insanların önemli koltukları işgal ettikleri, medreselerde Arapça ağırlıklı eğitim ve öğretimin yapıldığı, tıp, matematik, hendese, fizik, astronomi, felsefe ve mantık gibi derslerin müfredattan kaldırıldığı zaman kendini yavaş yavaş yok etmeye başlamıştı.  Bilime, felsefeye, teknolojiye kapsını kapatan bir devlet tarih sahnesinden silinmeye mahkûmdur.

Osmanlı Devleti Balkanları vatan edinirken, ilimde teknolojide son derece ileri idi. Balkan ülkeleri arasında milli bir birlik yoktur. 18. yüzyılın sonunda Balkan ülkeleri milli birliği sağlarken, Osmanlı devletinde ise Türk olmak bir suçtu. Devşirmeler tamamen iktidarı ele geçirince Türk sadece devlete asker yetiştiren ve toprağı işleyen bir köle durumuna getirildi. Hükümdarı mahkûm eden kadılar artık tarih sahnesinden silinmiş, onların hal fetvalarını tasdik eden şeyhülislamlar meydanlarda kol gezer olmuştu. 1490'lı yıllarda Avrupa'da kullanılan matbaa, Osmanlı ülkesindeki gayri Müslimler hemen almış, kitaplarını kendi diline çevirerek basmışlar ve kendi milli kültürlerini canlı tutmuşlardı. Türkiye devletinde ise matbaa 1728'de kabul edildi, hattatlar ve müstensihle el emeği kazancından mahrum kalmasın diye dini kitapların basılmasına müsaade edilmedi. Medreselerde yine Türk halkına hitap etmeyen eğitim tarzı devam etti. Medreseden mezun olanlar ise eserlerini Türkçe yazmak yerine, halkına yabancı Arapça ve Farsça olarak kaleme alıyordu.

 Medreselerde Arapçanın sarf ve nahivi her dönemde ayrıntılı olarak okutuluyor; ama Türkçeye gelince bir saat bile müfredatta yer almıyordu. Sadece mahalle mekteplerinde iki yıl okuma yazma öğretiliyor, o kadar. Hâlbuki devleti kuranlar ve hâkim unsur Türk idi. Türk'e hitap eden hiçbir şey kalmamıştı. Bu durum ise Türk halkının cahil kalmasına sebep olmuştur. Tanzimat'la başlayan Batı kültür ve medeniyetine hayran aydınların yetişmesi, kendi kültürün hor gören ve halkını aşağılayan bir zümrenin oluşmasıyla devlet artık kendi mekanizmasına dinamiti yerleştirmişti. Meşrutiyet İdaresinde Meclisteki azınlıkları kültürlü ve politikayı bilen azalardan oluşması, Türk aydınlarının cahil ve batı hayranı olması, batı'nın her söylediğini doğru kabul eden şahısların tutumları, Türk Devleti adına zararlı kararların alınmasına sebep olmuştur. Bu durumda 93 Harbi, Balkan Savaşları olmuş, çok büyük toprak kayıpları ile devlet küçülmüştür. Balkanların kaybı ile orada kendi kaderlerine terk ettiğimiz soydaşlarımızın var olma mücadeleleri her türlü baskı, şiddet, ırz, can ve mala tecavüz, katliam ve yıldırma v.b. işkencelere rağmen bu gün dahi devam etmektedir.

Sözün kısası, Türkiye cumhuriyeti kurulurken kendisine model ittihaz edecek bir Türk-İslam devleti yoktu. Haliyle Türkiye Cumhuriyetini kuranların Batı kültürünü, eğitim öğretim kurumlarını, hukuk sistemini örnek almaları doğal bir süreçti. Kaldı ki sadece batı değil, kendi kökenlerimize, kendi dinamiklerimize de başvurulmuştur.

Kurumlarımız Türkiye Cumhuriyetiyle birlikte batıya yönelmiş değil. Tanzimat'la birlikte Batı kültür ve kurumları yavaş yavaş benimsenmiş, meclis, bakanlar kurulu, Merkez ve Taşta Teşkilatı oluşturulmuştu. Ahmet Cevdet Paşa'nın başında bulunduğu “Mecelle”, Şura-yı Devlet, Meclis-i Muhasebe, Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliye, Encümen-i Daniş, Meclis-i Vükelâ gibi kurumlar o dönemde devletin, kendini kurtarmaya çalıştığı son çırpınışlarında kurduğu teşkilatlardı.

Kurumlarımız batı kültürüne şekillendiğine göre, geriye dönülmeye imkân var mı? Bence yok.  Elimizde kalan son Türkiye Cumhuriyeti Devletini hangi temeller üzerine kurulduysa ona göre muhafaza etmek, Türk milletini müreffeh bir hayat seviyesi yaşatmak, milli birlik ve beraberliğimizi sonuna kadar devam ettirmek mecburiyetindeyiz.  Son dönemlerde devasa Adalet sarayları yapılıyor; ama adalet dağıtmıyor. Adaletin olmadığı bir yer de devlet de bâki kalmaz. Bu gün sorgusuz sualsiz, kendini savunmadan pek çok kişi işten el çektiriliyorsa adaletin terzisi bozulmuş demektir. Devasa Belediye binaları inşa ediliyor; ama halka hizmet yok. Garibanın işi yapılmıyor. Müteahhidlerin, para babalarının işleri tıkırında gidiyor. Garibanların bir ömür boyu çalışıp didindiği arsa ve emlakına 18. Madde geçirterek topraklarının büyük bir kısmının üzerine konuyor. Onlara beş kuruş bedel ödemiyor. Bu mu özlenen ve beklenen adalet!..

Aklımız başımıza alalım. Dün koskoca İmparatorluğu tarihe gömenler boş durmamaktadır. Bir dönem sağ- sol davası, başka bir dönem Alevi- Sünni çatışması, başka bir dönem Türk- Kürt kavgasıyla toplumun birlik ve beraberliğini sekteye uğratmışlardır. Doğu Anadolu'da bir Ermeni devletinin oluşmasını engellemek için 20 yıldır PKK ile mücadele ediyoruz. Doğudaki insanların, gençlerin neden PKK'nın kıskacına düştükleri irdelenmeli, devlet olarak gerekli tedbirler alınmalıdır. Doğu'daki halkı etnik kökenlerine ayrıştırmayı başaran dış güçler ve buna içte çanak tutanlar epey bir mesafe kat ettiler. İnşallah muratlarına erişemezler.

Devletimizin varlığı ve bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliği her şeyden önce gelir. Cumhuriyete, onu kuranlar “tu kaka “ demek, kimseye bir fayda sağlamaz. Düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmek olur. Önemli olan geçmişte yapılan hataları tekrarlamamak, geleceğe milli şuur ile devam etmek.

***

Okullarla birlikte televizyon dizileri de yeni yayın dönemine merhaba dedi. Bazen severek ve ilgiyle izlediğimiz televizyon dizileri yeni yayın döneminde bizleri hayal kırıklığına uğrattı. Diziler tamamen ekranları başındaki insanları bir beyin yıkama operasyonu haline getirilmiş. Türk kültürüne, milli tarih bilincine katkı namına kırıntılara bile rastlayamıyoruz artık.

Televizyon dizilerinin Türk kültür ve medeniyetine katkı sağlayacak şekilde, halkın dini inançlarına saygılı, ahlâki değerleri ön plana çıkartacak filimler yapılmalı, senaryolar yazılmalıdır. Evlilik programlarıyla, abuk sabuk yarışmalarla, ekranlarda efsane ve menkıbe anlatan hocalarla Türk halkının beyni uyuşturulmamalı, onların ihtiyacı olan dini ve pratik bilgiler sağlam kaynaklı, etkili bir şekilde anlatılmalıdır. Sevgili peygamberimiz anlatılırken hep gazvelerden, savaşlardan bahsedilir. Hâlbuki bu olaylar yirmi üç senelik risalet döneminin sadece bir iki yılını içine alır. Diğer zamanlarda bu peygamber hep yattı mı? Müslümanlara hiçbir şey anlatmadı mı?

Sevgili Peygamberimiz “Ben en güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim”, “Âlemlere rahmet olarak gönderildim” buyuruyor. O halde rahmet Peygamberini, onun ahlakını, emirlerini en güzel şekilde Müslümanlara anlatmak o konuda mürekkep yalamış her âlimin boynunu borcudur.

Milli ve manevi değerlerimiz yükseltmek, mutlu ve aydınlık bir Türkiye için ele ele, omuz omuza!