Heyet-i muhteremenin şehrimizde bir müddet daha temdîd-i ikâmetlerini rica yollu vukubulan müracaat-ı müttehide, birkaç günlük temas neticesinde ruhlarda hasıl olan samimi ! en bâriz bir delili teşkil eder.

Aşağıya suretini derc ittiğimiz (dua)nâme ile halkımızın heyet-i muhteremeye karşı gösterdikleri hâr ve samimi hissin kabul bu teveccühün en parlak bir tezahürüdür:

Muhterem Konyalılar

Sevgili Konya'mıza hîn-i muvasalatımızda heyet-i âcizanemize karşı göstermiş olduğunuz hâr ve samimi hüsn-i kabul ile .. takib iden âsâr-ı mehmanüvazînin bizlere hasıl ettiği intibâat ilelebed hafıza-i ihtiramımızda menkûş kalacak surette derin ve payidârdır.

Birkaç günden beridir icra etmekde olduğumuz hasbihaller sevgili vatanımızın bu gün içinde bulunduğu vaziyet-i elîme .. ittihaz edilecek tedâbirdeki! pek ayan bir surette göstermiştir.

Esasen Hak içün yol birdir.

Ayn-ı Hakkın ihtiyaç tezahürü karşısında! kalblerin aynı derece-i şiddetle cereyan.. ihtimali var mıdır?

Sevgili kardeşlerimiz!

Sizinle vedalaşırken son sözümüz:

Memleketimizi bu günkü vasi' elîm ..perişan.. kurtarmak içün umum vatandaşların el birliğiyle ve sarsılmaz bir azim ve iman ile ! ve kardeşler arasında .. nifak saçmak isteyen .. aleti müfsidlerin ifsadâtıdır ! lüzumunu !ibaretdir. Azm sebat bizden, tevfik cenab-ı Hakk'dan. ! abdulgafûr Ali Şükrü Mehmed Âkif.”

Öğüd, o günlere ait “Mev'ize” başlıklı bir haberi baş sayfasının sol altından şöyle verir: “Önümüzdeki Çarşamba günü Öğle Namazından sonra Kapu Cami-i Şerîfinde Antalya Mebusu Hamdullah Suphi Bey tarafından bir mev'ize irad edilecektir.” (Öğüd, 7 Haziran 1336/1920). 

Konya, ileri gelenleri, yöneticileri, bürokratları ile uyumlu bir güven ortamına, sükûnete ulaşamamıştır. Meşrutiyet döneminde ekilen İttihatçı-İtilafçı çekişmesinin, güvensizlik esaslı duruşu, vatan müdafaasında kaynaşmaya henüz dönüşememiştir. Ne yazık ki, bu durumu sivil-asker bürokrasi göz önünde tutarak, giderme yolunda tatminkâr adımlar atmaz. Fitnenin kullanabileceği atmosfer, hazır bekler. Afyon üstünden düşmana karşı vuruşmak üzere hazırlanan milisler, 3 Ekim 1920'de Delibaş Mehmet'in yönetiminde Delibaş Vakasını meydana getirirler. Yunanla savaşması gereken kuvvet, Konya'yı basar. Valilik başta olmak üzere, üç gün bile sürse yönetim kargaşası yaşanır. Askeri tedbir alınmış, hadise bastırılmıştır. Asıl, halk üzerindeki tereddütlerin giderilmesi gerekmektedir.  Eşref Edip'in bildirdiğine göre Kastamonu'ya gelmezden önce Âkif, Konya'ya gitmiştir. “Nasihat etmek üzere üstadın Konya'ya gitmesi münasip” görülmüştür. O Konyalılara nasihatler eder. Memleketin yıkılmak üzere olduğunu, bütün bir milletin bir vücut halinde birleşerek Ankara'da kurulan hükümete yardım etmeleri gerektiğini söyler. Âkif'in Konyalıları birlik ve beraberliğe davet ettiği yer, Kız Ortaokulu'nun (Atatürk Evi doğusu) karşısındaki, dar sokak içindeki mescittir. Devamlı orada İstiklâl Harbi'ne davet etmiş, birlik beraberlik olunması gerektiğini anlatmıştır . Âkif'e göre, “Müslüman olan ve iyi insanlar bulunan Konyalılar” üstadı dinlemişlerdir. İkna da olmuşlardır. Fakat Âkif'e verilen bir cevap gariptir: “Biz Selçuk oğullarındanız. Bizden olmayan bir hükümetin yıkılmasından bize ne?” Üstad, bunu her zaman anlatır ve gözleri dolarak: “Allah bir hükümeti zayıf bırakmasın. En büyük felâket budur. Hükümet zaafa düşünce her yer oğul verir.” demektedir. Âkif, “Konyalıları ikna için ne kadar zahmet çektiğini anlatmakla bitiremezdi. Mamafih o zaman onları ikna ettiğini zannediyordu.” (Fergan, 1962, 142).

Âkif'in Konya'ya gelmesi toplum üzerinde olumlu bir hava meydana getirmiştir. İlk gelişten çok sonra yazılan bir değerlendirmenin, sanatkâr ile toplumun varlık kavgası arasında kurduğu ilişkide Âkif'e yer verişi önemlidir. İstanbul'da kalan şairlerin bohem hayatını kınayan Mehmet Muhsin, şöyle der: “Anadolu'yu kavuran zulüm ateşlerine karşı tam on bir senedir ki anûd (inatçı) ve mühmel (terk olunmuş) bir ebkemiyet ile sustular ve hâlâ susuyorlar. Bazı asâr ve dimağlar müstesna olarak hiçbiri ne şu kıyam-ı millîyi teşci' edecek müheyyic bir kaside-i kin ne de ilahî bir aşk-ı millînin vecd-i ilhamıyla alevler saçacak bir şiir-i intikam, ne de ruhları tutuşturacak müessir bir neşide-i gazab vücuda getiremediler.” O, halkı vatanının düşmanlarına karşı kabaran bir öfke seli halinde ayağa kaldıracak, maneviyatını yükseltecek eser veremeyen ruh yoksunlarını kınar. Anadolu'daki yangın karşısında baskı altında suskun bile kalsalar, arada bir volkan gibi patlaması gereken İstanbul ediblerine karşı vatanın bağrında, milletinin elemleri ile dertlenenler de vardır. Bunların başında Âkif bulunmaktadır: “Büyük şairlerimiz Mehmed Âkif, Emin ve Ziya Beylerle birkaç şikeste-i ruh şairler ise vatan kâbesinin eşiğine kapanmış ilhamıyla daima bir bedîa-i şiir ve elemle inleyüb duruyorlar. İşte sükût ve i'lâ-ı edebiyatın iki şahid-i ibreti..” (Öğüd, 16 Kanunusani 1921, S.557). 

Âkif'in Konya'ya ikinci gelişi I. İnönü Muharebesi'nin (6-10 Ocak 1921) kazanılmasından sonraki günlerdir. Zafere susanılan günlerde görülen başarıya çocuklar gibi sevinen Âkif, Ankara'da on-on beş gün kaldıktan sonra Konya'ya doğru hareket eder. Afyon'da Şükrü (Çelikalay) Hoca'nın kendisini zorla trenden indirerek evinde misafir etmesi sonucu dört gün Afyon'da kalır, irşat faaliyetlerinde bulunur. Ardından Konya'ya gelen Âkif, gündüzleri camilerde vaazlar verir, geceleri evlerde sohbet toplantılarında bulunur (Çelik, 1999, 219-220). Âkif, Konya'dan sonra Ankara'ya, milletine en büyük hizmeti olan İstiklâl Marşı'nı kazandırmak üzere dönecektir.

1921 başlarından itibaren Konya'nın, Mütareke tartışmaları ve tereddüt hali sürmez. İstiklâl Harbi'nde en çok şehit veren, cephe gerisini; asker, her türlü ikmal, hastane vb. hizmetlerle tutan merkez olarak Konya, üstüne düşeni fazlasıyla yerine getirir.