Bazı insanlarla ne zaman tanıştığınızı hatırlayamazsınız. Çoğu kez bunun nedeni o anın ya da o kişinin sıradanlığından değil, sanki o kişiyi oldum olası tanıyormuşsunuz hissine kapılmanızdır.

Mahmut Enginar da ne zaman tanıdığımı hatırlamadığım kişilerden biriydi. Tabii ki doksanlı yıllardaydı, tabii ki Beyaz Kitabevi'ndeydi, tabii ki bir dostun aracılığıylaydı... Ama onu tanıdığım an yeni biriyle tanışmanın tedirginliği değil, yıllardır tanıdığım bir dostla karşılaşmanın rahatlığı vardı üzerimde. 

Koyuncu Çarşısının Zafer'e bakan tarafındaki kapısından girip merdivenlerden aşağı inince hemen soldaki ufacık mekân, hiç eksik olmayan misafirlerle genişler, bazen gök gürültülerinin yükseldiği, şimşeklerin çaktığı, hatta yıldırımların düştüğü derin ilmi tartışmalarla Konya semasının üzerine yükselirdi.

Mahmut'un çevresi genişti. Üniversitenin en namlı hocalarından Işgalaman'da mukim hacı abiye kadar herkesle karşılaşabilirdiniz Beyaz Kitabevi'nde.

***

Sıcak bir yaz günü Zafer'in kalabalığından bunalmış, kendimi Koyuncu Pasajı'ndaki yeraltı kitapçılar çarşısına atmıştım.

Daracacık dükkânıyla tam bir tezat içindeki vücuduyla Beyaz Mahmut "Hocam hoşgeldin" demiş, fotokopi makinesiyle bir üst kattaki deposuna çıkan dehlize açılan kapının arasındaki bir tabureye oturtmuştu beni.

İnce belli cam bardaktan çayımızı yudumlarken gayriihtiyari Zemçi Bey'in "biblioman" tabir ettiği kitap sapıklarından birini izlemeye başlamıştım. Devlet memuru olan bu zat, maaşının tamamına yakın bir kısmını düzenli olarak kitaplara yatırıyormuş. Evinin salonunu tamamiyle bir kütüphaneye dönüştürmüş, çoluk çocuğun bu "kutsal mekân"a girmesini yasaklamıştı. Kırlardaki bir gelinciğe dokunurcasına bir hassasiyetle kitapları yerinden alıyor, cildine, sayfa numaralarına, kapaklarına dikkatle bakıyor, sanki koklarmış gibi iyice buruna yaklaştırıyordu. Kitap kokusuna karşı Bally koklayan zavallılar gibi bir iptilamı gelişmişti acaba bu ilginç adamda?

Bu düşünceler dalmışken Mahmut'un "Buyur hacı abi" diyen tok sesiyle irkildim. Sanat-edebiyat sever üniversite hocalarının, öğrencilerinin, öğretmenlerin "takıldığı" bu mekânda "hacı abi" diye kime hitap ediyor bizim Mahmut diye başımı kaldırdığımda yaşı atmışı aşkın, takkeli, çember sakallı, yelekli, bol mintanlı ve şalvarlı bir erkekle bir adım gerisinde gözleri yere çakılmış siyah çarşaflı bir kadınla karşılaştım.

"Hacı abi" yeleğinin cebinden buruşuk bir kâğıt çıkarıp Mahmut'a uzattı. "Haa..." dedi Mahmut ve devam etti; "Tanrı'nın Eczanesi... Şerif Hocamı gönderdi sizi? Mustafa bi bakıver hele, şurada felsefe kitaplarının yanında iki tane olacaktı..." 

Mustafa Nietzschelerin, Kantların, Wittgenstein'ların, Popper'ların yanında "Tanrının Eczanesi"ni ararken "hacı abi" de açıklamalarına başlamıştı: "He ya, Şerif Hoca gönderdi. Üzeriğe afiyet, yingeğinidral yollarında daş vardı da... Dövlete de gitdik, sikortatokturununmaynanesine de gitdik, tıpa da gitdikbi fayda göremedik."

İşin ucu bizim mesleği ilgilendirince antenleri yükseltip muhabbeti takibe başladım. Beyaz Mahmut da durumu fark etmiş olacak ki, bana yandan bir bakış fırlatıp, "Hacı abi, kırdırmadın mı?" diye sordu.

Hacı abi, "Hiç kırdırmaz olur muyum? Kırdırdım ama nafile..." anlamına geldiğinden kuşkum olmayan bir el hareketi yaptıktan sonra derin bir iç geçirip "Tıpa gitdik dedim ya" dedi.

Sohbet uzayacaktı ama Mustafa kitabı bulmuştu. "Buyur Hacı abi" dedi. Hacı abi kitabın başlığına bir göz attıktan sonra "Borcumuz?" diyerek elini cebine attı. "Bir buçuk milyon" cevabı Hacı abiyi rahatsız etmiş olacak ki kitabı tartar gibi yapıp başını kıvırdı ve "Bismillah" deyip parayı verdi. Hayırlı işler dileğinden sonra sessiz sedasız, olup bitenle hiç alakası yokmuş gibi davranan kadınla birlikte açık duran kapıdan dışarı süzüldüler.

Bu arada sayın kitap sapığı da cildini, kapağını beğendiği yeni bir kitap bulamamış olacak ki sessizce ayrılmış, ben ikinci çayımı yudumlamaya başlamıştım.

"Bu ne iş?" dedim Mahmut'a. 

Kitaptan bir tane de bana uzatarak uzun uzun anlattı Şerif Hoca'yı ve ...

***

Yanılmıyorsam 1999'da not almışım yukarıda anlattığım anekdotu. Tabii ki Şerif Hoca gerçek isim değil. 

Uzun sayılmayacak bir süre sonra Mahmut, Beyaz Kitabevi'ni kapatmış Konya'nın yakın ilçelerinden birinde öğretmenliğe başlamıştı. Üç beş kez kardeşi Mustafa'yla karşılaşmış sağlık haberlerini almış, selam göndermiştim.

Birkaç ay önce görüştüğümüzde hasta olduğunu öğrenmiş fevkalade üzülmüştüm. Sabırla ve metanetle direniyordu genç yaşta ona musallat olan acımasız hastalığa. 

Buğulu gözlerle ve tuşlara basmakta zorlanan parmaklarla bu yazıyı yazarken güzel insan Mahmut Enginar'a Allah'tan rahmet diliyorum.