Mehmet Akif, Hasan Basri Çantay ve Balkesir…

Bu üç isim bize Kuvay-i Milliye ruhunun alevlenmesini hatırlatır. Çoban ateşinin alevlendiği yer Balıkesir’dir. Milli kurtuluş ateşinin yandığı Ocak Zağnas Paşa Camii’dir. (Meşhur Balıkesir hutbesinin okunduğu cami.) İki dost, iki dil, iki gönül, tek yumruk, tek dil, tek yürek olup buradan tüm Anadolu’ya kurtuluş çağrısı yaparlar.

Mehmet Akif, Eşref Edib’le “Sebilürreşad” dergisini çıkartırlarken 1921 tarihinde bir gün çok heyecanlı bir halde Eşref Edib’e

-Haydi hazırlan gidiyoruz.

-Nereye?

-Harekat-ı Milliye’nin başladığı cepheye, Balıkesir’e. Artık burada duramam.

Balıkesir’e gelir. Toprak suya, su toprağa kavuşur… Allah adına, din adına, vatan uğruna iki kıvılcım Anadolu’yu Balıkesir’den ateşler Akif ve Çantay.

Mehmet Akif, Zağnos Paşa Camii’nde kürsüde:

“Cihan alt üst olurken seyre baktın böyle durdun da

Bugün bir serserinin, derbedersin kendi yurdunda

Hayat elbette hakkın… Lakin ettin haykırıp ihkak

Sağırdır kubbeler, bir ses duyar davay-ı istihkak”

Mehmet Akif, Hasan Basri Çantay’ı çok severdi. Ayrılmak iki. Balıkesir ve Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgal edilmesiyle ilgili o meşhur “Bülbül” şiirini Hasan Basri Çantay’a ithaf etmiştir.

“Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:

Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!

Bugün bir hanümansız serseriyim öz diyarımda.

Dolaşsın sonra İslam’ın haremgahında namahrem

Benim hakkın sus ey bülbül senin hakkın değil matem”

Hasan Basri Çantay’ın dilinden: “Tarih 1921. İstiklal arşı için bir müsabaka açılmıştı. Akif Bey, şiir yarışmasına bir müsabakat şekli olmasından dolayı iştirak etmedi bu yarışmaya. Bir gün Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey bana;

“Basri Bey! Biz Akif Bey’in kendisine birkaç defa rica ettik, istirham ettik, maalesef şiir müsabakasına katılmadı. Siz rica ederseniz herhalde sizi kırmaz. Lütfen bir şiirle İstiklal Marşı müsabakasına katılsın” dedi.

Hasan Baski Çantay devamında: “Ben onun ruhunu ve karakterini çok iyi bildiğim için bir gün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıktıktan sonra Akif’e “Akif Bey bize gideceğiz” dedim. O da kabul etti. hiçbir yere uğramadan doğru bize gittik. Ben hemen masaya oturdum. Elime bir kağıt kalem aldım, bir elimi de alnıma dayadım başladım düşünmeye. Odada dimdik bir vaziyette sağa sola gezinen Akif Bey, benim manzaramı bir müddet seyretti… Bana manalı manalı baktı ve

“-Ne yazıyorsun Basi Bey?” dedi. Ben de

- İstiklal Marşı yazıyorum Akif Bey.

-Neee

-Evet İstiklal Marşı yazıyorum. Ben yazmayayım, sen yazma. Rica ederim. Kim bu milletin ruhuna tercüman olacak?” der demez birden önümden kağıdı kalemi çekti aldı ve sertçe:

- Ne kadar bunun müddeti? Diye sordu. Ben de:

- Yirmi dört saat, dedim. Mehmet Akif Bey kerametini gösterdi, kısa bir müddet içinde İstiklal abidesi marşı yazdı.

“Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” mısralarıyla milletine ümit veriyor, vatanın kurtulacağını haber vererek, kerametini gösteriyordu.

12 Mart 1921 saat 17:45. Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey, Meclis kürsüsünden marşı okuyor, heyecan dorukta.

“Arkadaş yurduma alçakları uğratma sakın

Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın.

Doğacaktır sana va’d ettiği günler Hakkın

Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın” bölümünü okurken bütün paşalar, hocalar ve mebuslar:

“-Varol Akif Bey! Milletimizin ve ruhumuzun tercümanı oldun” sesleri, hıçkırıklar, haykırışlar, meclisi çın çın çınlatıyordu, göz yaşları sel olmuştu adeta…

Beş yüz lira mükafat kazanan Mehmet Akif Bey, sırtında emanet paltoyla meclisteki sırasında garip, mahcup, sıtayişkar sözlerin altında adeta ezilmişti. Kazandığı beş yüz lirayı orduya ve gazilere hibe etti…”

Tarih tekerrür ediyor… Dünkü dış düşmanla bugün içimizdeki iç düşman tarihin kavşak noktasında aleyhimize birleştiler… Ülkemizi, cennet vatanımızı bölüp parçalamanın hesabını yapıyorlar… bu harici ve dahili bedhahlara Akif’in diliyle bir kere daha haykırıyoruz;

“Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal!

Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet,

Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İstiklal!..

O imandan velev pek az nasib olsaydı millete

Şu üçyüz elli milyon halkı görmezden bu zillette

Yer çalışsın, gök çalışsın sen sıkılmazsan otur

Bunların hakkında bilmem bir bahanen var mıdır

Ey bütün dünya ve mafiha ayaktayken yatan

Leş misin davranmıyorsun bari Allah’tan utan

“Allah’a dayandım” diye sen çıkma yataktan

Manayı tevekkül bu mudur hey gidi nadan

“Dünya koşuyor” söz mü beraber koşacaktın.

Hayfa bir bütün azmi sen arkada bıraktın.”

Safahat’ta bulunmayan bir şiiri

(Haya Öğren İlkin)

Ne yapsam neyle kurtarsam şu imdat isteyen halkı

Deyip, hatta hayalen şöyle bir gezdin mi Şark’ı

Benim beynim sağır, yahut gözüm körmüş

Peki lakin senin görgün yolundaymış mükemmelmiş.

De, idrakin ne gördün söyle evladım ne duydun haydi izah et

Hayır izaha pek hacet yok, meydanda mahiyet

O mahiyet fakat korkunç, o mahiyet fakat çirkin

“Niçin” dersen sıkılmak hissi insanın yok ilkin.

Evet beynim sağırdır, kainatım çünkü hep feryad

İşitmem başka bir ses, milletim eylerken istimdad.

Gözüm görmez evet. Zira muhitim kapkaranlıktır

Fakat sinemde imanın müebbed fecr-i sadıktır.

Gezilmez kahkahadan memleket matemde inlerken

Yanan bir sineden, lakin ne istersin nedir öfken?

Beraber ağlamazsın, sonra “kör” dersin “sağır” dersin!

Bu hissizlikten insanlar değil sırtlanlar iğrensin.

-Ne ibret!.. Yok mu bir bilsen kızarmak bilmeyen çehren

Bırak tahsili evladım. Sen ilkin bir haya öğren. (1)

  1. Bu şiirin yazılmasına sebep olan hadise şudur: Robert Kolejinde misyonerlerin saptırdığı bir Türk kızının verdiği konferansta Mehmet Akif’e sağır ve kör demişti. Buna çok üzülen merhum Akif, hemen bu şiiri kalem almıştır. (Hilal Mecmuası Sayı 176)

KANLA YAZILAN İSTİKLAL MARŞI

Şühedanın ve gazilerin ortak vasiyeti; “İstiklal Marşı”

Kıyamet sabahına kadar bu vasiyet vatanın her karış toprağında okunacak, kutsal vazifemiz bize hatırlatılacaktır.

Bu milli ve dini istiklalimizin sembolü marşımıza saygı göstermeyenlerin bu şüheda yurdunun topraklarına basmaya onun koynunda yatmaya, üzerinde yaşamaya hakları olması gerektir.

O, “Ulusal düttürü” değil, o, salyalı ağızlarla alay konuyu edilemez, sulandırılamaz. O, şühedanın, gazilerin, şehit ana ve babalarının ve tüm milletimin andıdır.

Onu “Rakı şişesinde baık olaydım” diyenler yazmadı. O, çamura şüheda kanıyla yoğrulan, çatısı şühedanın kemikleriyle kurulan kamusal alanda yazıldı, kamusal alanda okundu, kamusal alanda ayakta alkışlandı. Kamusal alanda Kara Fatmaların, nene Hatunların kucağındaki mermiyi ıslatmamak için sırtındaki ciğerparesinin örtüsünü alarak ölüme terk eden kahraman, çilekeş Türk kadınlarının torunlarına yasaklayan gavur aşıklarına kamu adına duyurulur.

İstiklal Marşını yüreği peygamber yüreğinin ritmiyle bütünleşen bir şair yazmıştır. O şair Allah Rasülünün (SAS) Sevirde hicret arkadaşı, sır arkadaşı, hak yoldaşı, Hz. Ebubekir’e “Korkma! Allah bizimledir.” buyurdu. İşte bundan ilhamını alan Mehmet Akif de “İstiklal Marşı”na “Korkma!” diye başlamıştır.

Kanla, göz yaşıyla, çile ile, ıstırapla, vicdan yarasıyla yazılan İstiklal Marşı’nı sulandırmaya, mizah malzemesi yapmaya kalkışan haçlı uşaklarına haddini bildirmek boynumuzun borcu olmalıdır.

Kayseri’de faaliyetlerini sürdüren “Uğur Dershaneleri” 24-26 Şubat 2006’da “ÖSS”ye hazırlık adıyla yaptığı deneme sınavında Edebiyat sorusu şöyle düzenlenmiştir:

“Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme tanı

Sermayeye satılık her santimi her gramı

Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı

Kim çok verirse ona sat bu cennet vatanı”

Diğer dört kıtayı da bozarak, alay ederek, aşağılayarak yazmışlar. Bu izzetsizliği, bu şuursuzluğu da “İkinci İstiklal Marşı” diye takdim etmişler.

Böyle davranan aymazlara Türk Ceza Kanunu 300/2 Fıkrası altı aydan iki yıla adar ceza verilir diyor.

12 Mart 1921’de Meclis kürsüsünde üç defa okunan ayakta dinlenen ve ayakta alkışlanan İstiklal Marşı düşmanlığı zaman zaman hortlamaktadır.

Her bir mısranın her bir harfinde şühedanın kanının rengi var, gücü var, vatan aşkı vardır. Her bir mısranın her bir kelimesinde vatan tapusunun mührü var, hükmü var, Müslüman – Türk milletinin kimliği var, kaderi vardır. Her bir mısrasında şühedanın bedeni var, ruhu var, kanı var, canı var, imanı vardır. Her bir kıtasında kahraman Mehmetçiğin al kanlı, üniformalı Allah erlerinin kahramanlığı var, cihat ruhu, vatan aşkı var. Vatanın bağrında yatan Mehmetçik var, mukaddesat var…

İstiklal Marşında Tevhid var, hürriyet var, bayrak var, tapu var, ordu var, mabed var, din var, iman var, şehadet var, şeref var, şan var, peygamberimizin ağuşu var…

İstiklal Marşında kamusal alan var. Onu yazan kalemde levh-i mahfuzdan alamet var, vahiyden kitabet var, sünnetten hitabet var, Mehmetçikten şehadet var. Onu yazan kalemde şehit kanından mürekkep var, yazılan kağıtta cennet ağacından nasip var, alamet var keramet var. Onu yazan canda serapa iman var, aşk var, vecd var, takva var. Onun mayasında haya var, edeb var. Onun ruhunda yaralı kalbinden damla damla süzülen mana var, irfan var, izan var, feraset var.

“Söğüdün yaprağı narindir narin

İçerim yanıyor, dışarım serin” iniltisinin Arş’a yükselişi var, deprenişi var.

Emanet paltoyla “Bir ben var benden içeri” öz deyişinin sükut içinde dünyasına gömen bir iman kahramanı Milli şairin sahavet damarlarından ordusuna bağışladığı kan var, can var, mal var, sevgi var, sadakat var.

Ona uzanan elde necaset var, habaset var, ciğfe var.

Ona hakareti yazan kalemde kin var, hayasızlık var, şerefsizlik var, izzetsizlik var.

Ona uzanan dilde salya var, kuduz mikrobu var.

Onunla alay eden kalpte haç var, iblis var, hıyanet var, ihanet var.