17 Aralık 1273, Anadolu Selçuklu Devleti'nin ve Türk İslam Dünyasının en büyük âlimi, mutasavvıf ve düşünürünün hayata veda ettiği, dünyayı elinin tersiyle ittiği gündür. Hz. Mevlana'nın Şeb-i arus “düğün gecesi” olarak kabul ettiği, sevenin sevgilisine kavuştuğu gündür.

1205 yılında Horasan'ın Belh şehrinde dünyaya gelen Hz. Mevlana âlim ve fazıl bir ailenin çocuğudur. Babası Harzemşahlar Devleti'nde tasvvufî ve diğer ilimlerde zirveye çıkan, âlimlerin sultanı diye şöhret bulan Sultanü'l- Ulema Bahaeddin Veled, annesi ise Belh Emiri  Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Babaannesi Harzemşahlar Hakanlığı Melikelerinden Melike Cihan Emetullah Hatundur.

Babası Bahaeddin Veled, Fahraddin Razi ile arası açılınca Belh'i terk ederek ailesi ve yakınları ile Anadolu'ya gelmiş, 1221'de Karamanoğlu Emir Musa'nın davetiyle Karaman'a yerleşmiştir. Kendisine tahsis edilen medresede öğrenci yetiştirmeye başlamıştır. Bu arada oğlu Celâleddin'in de özel olarak eğitim ve öğretimiyle meşgul olmuş, onu maddî ve manevî bilgilerle donatmıştır. 1228 yılında Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat'ın davetine icabet ederek Konya'ya yerleşen Bahaeddin Veled, Altunapa (İplikçi) Medresesine yerleşerek burada ders vermeye başladı. Burası ailesine dar geldiğinden Sultanın dizdarı Gevhertaş'tan oğulları için bir medrese yaptırmasını istedi. Bahaeddin Veled bu günkü Mevlana müzesinin arkasında yapılan medreseyi göremeden 1231 yılında vefat etti.

 Hz. Mevlana, babasının ölümü üzerine uzun yıllar medresede ders verdi. Pek çok öğrenci yetiştirdi ve halkın takdirini kazandı. Halk, onun vaazlarını dinlemek için akın akın Altunapa camiine geliyordu. Cami ve meydanlar hınca hınc dolu oluyordu. Hz. Mevlana'nın sevgisine ve sohbetine iyice alışan halk, 1242 yılında Şems-i Tebrizi'nin Konya'ya gelmesiyle birlikte büyük bir şok yaşadı. Zamanının büyük çoğunluğunu Şems ile geçiren Mevlana, yaşadığı manevî atmosferin etkisiyle medresedeki dersleri ve camideki vaazları aksatmaya başladı. Bu durumdan halk tedirgin oldu ve hoşnutsuzluklarını Mevlana'ya bildirdiler. Mevlana bir müddet halkı yatıştırmaya çalıştı. Ancak huzursuzluk had safhaya ulaştığından Şems, şehri terk etmek mecburiyetinde kaldı. Oğlu Sultan Veled'i onu bulmak ve geri getirmek için Şam'a gönderdi. Ondan haber getiren herkese büyük hediyeler ihsan ediyordu. Hatta bu haberlerin yalan olduğunu bildiği halde yine de onları hediyelere gark ediyordu. Bir yandan da içli şiirler söylüyor, ona karşı duyduğu hasreti ve özlemi dile getiriyordu.

 Mevlana, Sultan Veled'in Şems'i bulup geri dönmeye ikna etmesi üzerine devrin sultanı, devlet ileri gelenleri ve halkla birlikte şehir surlarının kuzey kapısında karşıladı. 1244'te Şems'in öldürülmesiyle birlikte tamamen kendi iç dünyasına çekilen Hz. Mevlana, tekrar ayrılık, elem, özlem ve ilâhî aşk ile dolu beyitler söylemeye başladı. Onun şiirlerini Hüsameddin Çelebi, not tutuyor, daha sonra temize çekip düzeltiyordu. Mesnevî bu şekilde yazılmaya başlamıştı. 

Hz. Mevlana, eserlerinde Allah' ı ilk aşk olarak kabul eder ve bu aşka ulaşmak için gidilecek yolu gösterir. Onun yolunu, Kur'an'dan ve Sünnetten ayrı düşünmek, Hz Mevlana'ya iftira etmek olur. Çünkü Hz. Mevlana, Mesnevîsinde: “Ben Kur'an'ın hizmetkârıyım. Resulullah'ın ayağının tozuyum” diyerek hedefini açıkça belirtmiştir. Ona insanüstü meziyetler yüklemek, Peygamberlere has mucizevî hasletler izafe etmek Mevleviliğin ruhuna aykırıdır.

Hz. Mevlana Mesnevîsinde Çelebi Hüsameddin'e “Nur, aya aittir ziya ise Güneş'e. Kelamı oku da bak. Babacığım bak da gör. Kur'an, Güneşi ziya; ayı da nur diye nitelemiştir. Güneş aydan üstün olduğuna göre ziyayı da nurdan üstün bil. Çokları ay ışığında yol görünmez. Oysa güneş doğunca yol ortaya çıkar.”(Mesnevi. 4.Defter. s.1 Konya Belediyesi Kültür Yay.2. Baskı./2013) diyerek Kur'an ve sünnete olan bağlılığını ifade etmiştir.

Hz. Mevlana, ırk ve mezhep farkı gözetmeksizin herkese kucak açmıştır. İnsanların günahlarından dolayı ümitsizliğe düşmemesi için, “Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir.” diyerek Müslüman'ın Allah'tan ümit kesmemesini istemiştir.

Mevlana'nın eserlerini Farsça yazması, onun değerini küçültmez. Neticede Hz. Mevlana'da bir insandır. Eserlerinde bazen sertlikle de hitap ettiği olur. Onun küçük kusurlarını ayyuka çıkartarak, kendisini insanlığın mutluluğuna hizmete adamış bir âlime ve mutasavvıfa karşı insafsızlık olur.

Hz Mevlana kendi zamanında da yeterince anlaşılamamış, acımasızca eleştirilmiştir. Bu gün de o günün, siyasî, ekonomik ve kültürel şartlarına bakmadan insafsızca eleştirilmektedir. Şu anda Mevlana kendisini savunabilecek durumda değil. Onun kelimelere yüklediği icazı, bizler bugünün şartlarında anlamaktan çok uzağız. Her şeyden evvel Hz. Mevlana bir fikir adamıdır, bir mutasavvıftır. O, bir aksiyon adamı, bir siyaset adamı değildir. Onun bir ilim adamı olarak Konya'nın yağmalanmaması için çok zalim olan Moğollara ricacı olarak gitmesi yadırganmamalıdır. Çünkü ortada devlet denen siyasî bir otorite yoktu. Düşmanlara karşı halkı korumak devletin görevidir.

Her şeyden evvel Mevlana Türk milletinin yetiştirdiği bir değerdir. Bu değere sahip çıkmak ve öğretilerini İslam'ın ışığı altında yorumlayarak hayata geçirmek gerekir. Hz. Mevlana'nın insanlığa verdiği evrensel mesajlar sevgi, kardeşlik, engin hoş görü çok iyi algılanmalı ve hayatımızın bir düsturu haline gelmelidir. Bu mesajlar sadece lafta değil, insanların kalbine nakşedilmelidir. Her yıl yapılan anma törenleri sadece Konya'da yapılmalı, ticari bir amaç uğruna hedefinden saptırılmamalıdır. Bir sirk gibi her yerde yapılmamalıdır. O, bir şov malzemesi değildir. Taşıdığı ilim adamı kimliği asla unutulmamalıdır.

Vefatının 740. yılında Hz. Mevlana'ya Allah'tan rahmet diliyorum.