Bilgi, güçtür. Peki, insanoğlu, bilgi gücüne erişince onu ne yönde kullanır?

Eğer insan kalitesi yüksek ise, gücün kullanım tarzı insanlığın yararınadır. İnsan kalitesi düşük, değerler dünyası zayıf ise, bilgi gücü insanlığın aleyhine olacaktır. İnsanlığın lehine veya aleyhine bilgi kullanımlarına ait örnekler tarihin geniş mezarlığını dolduracak kadar çoktur. Birinci Dünya Harbinde ondan önceki harplerin hiç birinde olmadığı kadar çok insan öldürülmüştü. Bilgide, teknolojide ilerleme, daha fazla insan öldürmede tepe tepe kullanıldı. Kızılderililer tüketildi, kara derililer esirleştirildi, sarı derililer uyuşturuldu. Yeryüzü, batı sömürgesi haline getirildi. Yamyamlığa rahmet okutacak bir vahşi kapitalizm salgını, farklı kültürel varlıkları, medeniyet değerlerini  sildi, süpürdü..

Örneği aslında daha dar seçmek gerek. Konya'da Zümrüt Apartmanı çöktüğünde, onlarca insan en güvenli yer olan evlerinde ölmüştü. Apartman temelinden su çıktığı söylentisi kulaktan kulağa aktarılıyordu. Temele gidip baktım. Su yoktu. Yalnız, sömürgecilikte olduğu gibi bilginin aşağılık kullanımının işareti olarak, ince demirler sütun yerlerinde solucan gibi kıvrılmış duruyordu. Demek koca bina dikiyorsun, demirden, çimentodan, hırslarına kapılarak aşırdığın zaman yaptığın iş, insanlara hayat değil ölüm getiriyor. Burada bilginin kötüye kullanıcısı, bir müteahhit veya bir mühendis idi. Haydi onlara, araba galerisindeki sütunları kesen bir başka tamah erini daha ilave edin. O kadar..

Ya yıllarca tıp eğitimi aldıktan sonra, ameliyat ettiği hastanın karnında ameliyat makası, sargı bezi gibi malzemeyi unutup dikiş atan doktor hikâyelerine, hastasının yanlış dişini çeken diş hekimi olaylarına ne demeli? Buralarda ölüm miktarı nedir? Geçenlerde karnında bez unutulan bir hastanın öldüğü haberi yayımlandı. Toplamını bulsanız, her halde rakam beş-onu geçmez. Diş hekimi, bir dişe dolayısıyla bir hastaya zarar verebilir. Her meslekten çıkabilecek “yanlış adam” tipi, bu alanlarda da kendini gösterebilir.

Peki, bir “yanlış gazetecinin” haber veya yorumu, kaç kişiye zarar verir? Bir diş hekimi veya tıp doktoru ile kıyas mümkün müdür? Yeri gelir kitleler etkilenir. Yeri gelir iktidarlar sallanır. Yeri gelir ülkeler dalgalanır. Etki büyük boyutta, etki kitlesel düzeydedir. 

Sonuçları, riskleri açısından değerlendirme yaptığınızda, önem derecesi yüksek olan alana, eğitim açısından verilen değer, yapılan yatırım nedir? Kıyas kabul eder bir yan var mıdır? İletişim fakültelerinin yeni açılıp yaygınlaşmaya başlaması, puan düzeyi kıyaslansa, riskle ilgili bir mantıklı irtibat bulunabilir mi? Normalde kitlelere hitap edecek insanın, çok daha üst düzeyde bir eğitime tabi tutulması, seçkin talebe alması gerekmez mi?

Basın tarihine baktığınızda, geçmişte bu alandaki devşirme tiplerin, insan unsurumuza, ülkemize büyük zararlar verdiğini anlamak durumundayız. Bir milleti, bir coğrafyayı yanlış yönlendirme ne demektir? Konunun abartıldığı sanılmamalı. Diyelim ki, sadece Mütareke devri ardından gelen yıllara baksak ne görürüz? Geçmişte, edebiyatçı, yazar, şair, düşünür denilen seçkinlerin, basın içinden yoğrularak çıktığını hatırlamak gerekir. Bunların, ülke siyasetini, devlet yönetimini, kitle hedef ve yönelişlerini yönlendirdiklerini de tabii..

Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, yenileşme tarihimizi, itiraf edelim ki yanlış yönlendirmişlerdir. Hatta o kadar yanlış yönlendirmişlerdir ki, gelişip güçleneceğimize, parçalanıp, bölünüp küçülmüş işgal altına düşmüşüzdür. Asıl geliştirici etkenlere tutunup, onları geliştireceğimize; kültürel dönüşüme yönelerek, çatışma ortamları üreterek, millî enerjiyi topraklayan, mahveden yönlere kürek çekmişizdir. Hâlâ hedefimizde yer almayan bilimsel düşünce geliştirme yerine, siyasi tartışmaların, uzantısı olarak kılık-kıyafet çekişmelerinin zihinleri, gündemleri doldurması; en hafifiyle hedef sapması değilse nedir? Beyin takımını, ülkenin ihtiyacı olan bilim dallarında fırtına gibi çalıştırarak, yerli üretimi gerçekleştirmek yerine asırları; fesle, şapka ile geçirip kadın kıyafeti, üniforma tipi belirlemeye tahsis etmemizin verdiği zararı ölçmek mümkün müdür? Üstelik de bütün bunları ilerleme, gelişme, yeniden kuvvetlenme adına kamufle etme çılgınlığına hâlâ hizmet etmemiz ne anlama gelir? Hedef saptırmada, akımların takım tutar gibi taraf belirlemesinde, siyasi meyil tayininde gazeteciler ve basının rolünü tartışma, her halde abesle iştigaldir.

Dar bir örnek tercih edilse, İstiklal Harbi yıllarına bakmak yeterli gelecektir. Halkın durduğu yer ile okumuşlarımızın tavrı karşılaştırılmalıdır. Millî Mücadele dönemi, gazeteci-yazar kesiminin savruluş yıllarıdır. İngiliz muhibbi, Amerikan mandacısı olanların çoğu, basın mensupları içinden çıkar. Sonradan saygınlıkları artan Halide Edip Adıvar (1884-1964), Ahmet Emin Yalman (Vakit, 1888-1972), Yunus Nadi Abalıoğlu (Yenigün, 1880-1945), Ali Kemâl (Sabah, 1867-1922), Celâl Nuri (İkdam, 1877-1939), Rauf Ahmet, Necmettin Sadık (Akşam,1890-1953),  Mahmut Sadık (Yeni Gazete), M. Cemâl (Zaman) manda savunucularıdır. Millet, canını dişine takarak vatan savunmasına soyunurken, kalem-akıl sahipleri yani toplumun beyin takımı niçin Amerikan, İngiliz, Rus, Fransız mandacılığı adı altında yabancı boyunduruğuna girmeyi istemişlerdir? Özgürlüğün, gelişmenin, istiklâlin sesi olmak yerine bağımlılığın, gönüllü sömürgeleşmenin telkincisi, dışa bağımlılığın savunucusu olma neden bu kadar revaçta olabilmiştir?

Peki, yüzleri nesiller boyu kızartması gereken bu mandacı yöneliş, zihinlerden daha sonra ne kadar temizlenebilmiştir?

Manda talepçilerinin, yerli kültür ve değerlerle Batı adına savaşması, işin mahiyetinin anlaşılmasını sağlayacak noktadır. Okumuş, aydın kesim, başka kültür ve değerleri benimsediği zaman ilerleme ve gelişme değil, yabanca kültür ve değerler adına kendi toplumu ile mücadele devri başlamaktadır. Bu da kültür çatışması, bitmez tükenmez iç tartışma-kavga demektir. “Kim adına?”, sorusu akılları başlara getirmeye yetmeyecektir. Çünkü tercihler, kafa ve kalpler şekillendikten sonra artık aydın, emperyalist Batının kendi ülkesinde şövalyesi konumuna gelmiştir. Devşirilmiştir. Savaşçıdır. Kalemşordur. Ama kim adına? Türk Milleti-Anadolu, artık yaban değerlerin salhanelerdeki kurbanı durumundadır.

Bu çıkmazdan silkinip kurtulmayı yine gazeteciler, yazarlar, yanlışı gören aydınlar sağlayacaktır. Kafası ile dünyayı ihata eden yerli gazetecilere, kalemi ile yabana alet olmayan basın çalışanlarına önem verilmelidir. Durduğu yer, Alman cumhurbaşkanı, ABD başkanı, İngiliz Kraliçesinin yanı değil, Türkiye olan gazetecilerin çok yetişmesi gerekmektedir. Çünkü gazeteciliğin bir duruş yeri, bir dili, hitap ettiği toplumu, taşıdığı bir kültürü, işin mahiyeti gereği olmak durumundadır. İnsan kendi kalemi, sırtı ile bu vatanın hasımlarının değerlerini nasıl taşır? Bir gazeteci, Ay-Yıldız yerine, ABD bayrağını, İngiliz haçını nasıl bayrak yapabilir?

Mandacılık örnekleri, geçmişte kalsa idi, 10 Ocak vesilesi ile bu acı hatırlamalar gündeme gelmeyecekti. Ama bilelim ki gazetecilerimiz çok önemli.. 10 Ocak'ın, basın çalışanlarına; her yönden önem vermede, haklarını korumada vesile olması dileğiyle..