Müslüm Gürses'in o meşhur şarkısında dediği gibi; "Son pişmanlık neye yarar? Her şeyin bedeli var". Adına yalan dünya dediğimiz şu hayatta insan olarak birçok hatalar yapıyor ve bedeller ödüyoruz. Yaptığımız hataların belki birçoğunu ağır bedellerle ödüyoruz. İnsan küçük hatalar yaparak daha ağır hatalar yapmamanın önüne geçilebilir olacağını küçük bedeller ödeyerek, daha büyük bedellere teğet geçmesi gerektiğini yaşayarak öğreniyor. Bazen küçük hataları bile büyük bedellerle öderiz. İnsan en büyük hatayı yine kendine yapar ve o yine aynı insandır ki; kendisine yaptığın hatanın bedelini de yine kendi kendine öder. Peki, insan bu hataları ve bu bedelleri ısrarla neden yapar?

53 gün sürüyor İstanbul'un muhasarası. Bir türlü düşüremiyorlar çok muhkem. Gemiler karadan mı yürütülmüyor. Neler neler... Bir türlü olmuyor çok kayıp veriliyor, çok masraf yapılıyor. 29 Mayıs sabahı namazdan sonra atın üzerindeki büyük Sultan 60 binlik yeniçeriye muazzam bir hitabette bulunuyor. Bu konuşmadan sonra asker öyle bir galeyana geliyor ki yükleniyor ve İstanbul düşüyor. Bir konuşma bir çağı bitirmiş, başka bir çağı başlatmıştır. Söz böyle bir şeydir işte. İnsanlık tarihinde tarihin akışına şekil veren tek şey, insandaki kelam kabiliyetidir. Şimdi niye bunu bizlere anlattın diyeceksiniz. Sözün öyle bir etkisi tesiri var ki, bazen bir orduyu harekete geçirir, bazen bir sözle de bir orduyu yıkıp perişan eder. Atalarımız demiş ya "dilin kemiği yok" diye, hakikaten öyle. Dil insanı vezirde yapar, rezil de yapar. İnsan kelam kabiliyetiyle kimi zaman bir çağ açar, tarihe geçer, kimi zaman da bir sözüyle bir yıkım yapar, yine tarihe geçer. İnsanın hatalar yapmasının, bedeller ödemesinin en büyük sebebi dildir. Bazen bir söz, bir kelime neler eder insana. Bir söz ki adeta koca bir şehri yerle bir eder. Öyle bir zaman gelir ki o söz çöllerde çiçekler açtırır. Dil her şeydir; kimi zaman hasret, sevgi kelimelerin en güzeli dökülür, kimi zaman da kin, nefret kelimeleri dökülebilir. Dil hem en büyük silahımız, hem en büyük zaafımızdır. Sevdiklerimize ve dostlarımıza karşı en büyük ve en güçlü silah olarak kullanarak onlara en güzel sevgi, hasret, özlem cümleleri kurarak adeta bir şehir gibi yüreklerini fetih ederiz, bazen de en kötü, olumsuz cümleler kurarak adeta bir şehrin düşman eline düşmesi gibi düşeriz sevdiklerimizin ve dostlarımızın gözünden...

İnsanoğlu hep dilinden çekmiştir ve çekmeye devam ediyor. Başımıza ne geldiyse konuşmamızdan geldiğini biliriz. Ama hâlâ kırmaya ve dökmeye devam etmekten de geri durmayız. Bu da insanoğlunun en büyük imtihanıdır. Allah dostlarımızı ve sevdiklerimizi kırmadan bu imtihan başarılı çıkmayı nasip eylesin. Ömrümüzü verip uğraştığımız dostluğumuzu, sevgimizi bir anlık söz ile yıkıp perişan etmeyelim. Unutmayalım, bir söz söyleyeceğimiz zaman önce kalp süzgecinden geçirmeyi unutmayalım. Bir sözün yaptığını atom bombası yapamaz bazen...

Buradan bilerek veya bilmeyerek kalbini kırdıklarımızdan da özür dileriz. Sezai Karakoç dediği gibi, "Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim. Af dilemeye geldim affa layık olmasam da ..."