Gelecek, geçmişin bir sonucudur. Yüzyıllardır insan oğlunun yaptığı her şey bugünü şekillendirir – iyi yada kötü-. Savaşlar, katliamlar,devrimler, yeni kurulan ülkeler ve  devrilenler. Her şey insanın yaptığı eylemin sonucunu doğurur yani bugünü ve yarını.

Tarih insanın yaptığı ve yapacağı şeyleri yazarken bunu bizim öğrenmemizi ve bundan ders çıkarmamızı ister.  Ancak geçmiş sadece yazılı tarihten ibaret değildir, maddi bir çok kalıntıda tarihe kanıtlık eder. Bunların arasında mimari yapılar bulunurken müzede sergilenen eserlerde oldukça iyi birer örnek olabilir.

Tarihin bazı zamanlarında insanlar yazılı kaynaklardan okudukları bilgiler sonucu bu maddi kaynakların peşine düşmüş ve onları aramaya başlamıştır. Misal bunlardan biri Tevrat'ta geçen kavimleri aramak için (Babil gibi) Mezopotamya'ya gelmişler ve o dönem ki o toprakların sahibi olan Osmanlı'dan izin alarak kazılar yapmışlardır. Yine bir başka kitaptan yola çıkıp bu topraklara gelen Schliemann  ünlü ozan Homeros'un İlyada kitabında ki Truva hazineleri için gelmiş ve yaptığı kazılarda tarihi tahrip ederek de olsa bu hazineleri bulmuş ve İlyada'nın sadece bir destan olmadığını kanıtlamıştır. 

Bazen yazarlar, tarihin sıkıcı ve kanlı tarafından kurtulmak için böyle destansı öyküler yaratırlar bu demek değildir ki bunlar tamamen gerçek dışı, tıpkı Schliemann örneğinde olduğu gibi. Neyse konuyu bir sonuca bağlamanın zamanı geldi sanırım. Osmanlı Döneminde yapılan bu kazılarda, Osmanlının iki üç taş diyip sahip çıkmadığı bu eserler bugün Avrupa'nın en görkemli müzelerinde baş gösterirken bizim için tek teselli şimdiki hocalarımızın ve bakanlığın yaptığı girişimlerle bu eserlerin tekrar vatanlarını dönmesi geçte olsa sağlanıyor.