Başlangıçta bir devletin kurulması, bir taifenin anlaşarak, yardımlaşma ve arka olmada bir bedenin uzuvları ve vücudun belirli kısımları gibi olmaları ile mümkün olur. Zira her şahsın kendi başına muayyen bir kudreti vardır. Bir araya gelince bu kuvvet büyür. Bu şekilde anlaşmış az bir topluluk, anlaşmayan büyük bir cemiyeti mağlup eder. Her taife bir devletin unsurudur. Halka nispetle büyük bir güç değildir mamafih bu unsurlar anlaşmış, halk ise anlaşmamış olursa her zaman diğerlerine mağlup ve mahkûm olurlar. Tecrübe ile sabittir ki, bir devletin unsurları anlaşma ve yardımlaşma üzerinde bulunurlarsa, o devlet, her türlü tehlike ve yıkılmadan emin ve korunmuş olur. Şayet devlet fertlerine tefrika arız olursa zayıflık yüz gösterir. Sonunda da yıkılır gider. Bunun örnekleri tarihe karışmış devletlerde ve eski devlet başkanlarının hayat hikâyelerinde mevcuttur.

Batıda Endülüs Devleti başlangıçta çok mamur ve müreffehti. Cennet misali bu devlet, komşu batılı Hristiyanlara her zaman galip durumda idi. Daima onlar arzu edilen, Hristiyanlar ise onlardan birçok şeyler ister durumda idiler. Bir zaman sonra Endülüs Devleti'nin ittifak ve ittihadına(birlik ve beraberlik) halel geldi.

Her vilayetin başkanı kendi başına saltanat sürme sevdasına kapılınca bölündü ve etraftaki büyük devletlerin istilasına uğradı. 

Hatta bazı kimseler bu esef verici hadiseyi şiir ve nazımla dile getirmişlerdir.
“Endülüs'ü öyle bir dert sarmıştır ki, sabrına derman yoktur
Sor ki, nice şanlı âlimin yükseldiği, ilimler yatağı Kurtuba nerede?
Bunlar memleketin gövdesini teşkil eden esaslı merkezleriydi,
Gövde kalmayınca mevcudiyette umulmaz!”

Bu ayrılık gittikçe artınca, Hristiyan askerleri Endülüs vilayetlerini tamamen perişan ve çaresiz halde buldu ve kendi tasarrufları altına aldılar.

Gırnatanın himayesinde olan vilayetlerin hepsi düştü. Emirleri ve halk öldürüldüler veya esirler arasında taksim oldular. “İslam dini ve hak mezhep değişikliğe uğrayacak, batıl hakkı ortadan kaldıracak, dünyanın tamamı yahut çoğunluğu küfür ve sapıklık içine alınacak” derlerdi. 

Garip bir tesadüf ki, o tarihlerde Şark tarafında, İran'ın özü sayılan Irak ve Azerbaycan hükümdarı Yakup vefat etti. Emirleri arasında anlaşmazlık meydana geldi. Hükümdar çocukları azledildi sonra İsmail b. Haydar tahta çıktı. Halkı disiplin altına alınca Şii adını verdiği inancı ortaya attı ve kendisi de bu itikadı kabul etti.

Bundan sonra da Özbek Hani Şadi Bey'den Horasan vilayetini alıp, İran'dan Diyarbakır'a kadar Irak ve Arap vilayetlerini küfür ve sapıklığa boğdu.Âlim ve arifleri katletti. Gerçek İslam'ı yaşama, Osmanlı'nın elindeki vilayetlere münhasır kaldı. 

Sözün kısası, İslam dinine arız olan bütün kötülüklerin sebebi, devlet erkânı arasında meydana gelen anlaşmazlıklardır diyebiliriz. Bu bağlamda günümüze kadar kaç İslam devletinin yıkılıp yeniden kurulduğunu düşünecek olursak. Günümüzün en büyük sorunlarından dindekianlayış sorunuhakkında bir fikrimiz olur sanırım.