Sığ insanlarda sınırlar keskin. Siyahlar ve beyazlar hakim her yere, her şeye. Bastığınız zemin mermer, ne mermeri, çifte su verilmiş demir.
Derinleştikçe öyle mi ya? Sözlükte anlamı “bir konuda köklü, sağlam bilgi edinmek” olsa da derinleştikçe bulanma başlar, 'ama'lar, 'ancak'lar artar. 'Bir başka araştırmanın sonuçları, daha öncekileri tartışılır hale getirir. 'Bir başka görüş'e göre bu zamana kadar dayandığımız temellerin tümü sarsılabilir, hatta yıkılabilir.
Oysa insan bulanıklığı sevmez, net olsun ister görüntü. Böylelikle kolayca görebilsin, kolayca fark edebilsin. Kolaylık tamam da!“ah mine'l kolaycılık.” Kim bilir kaç potansiyel dahiyi sıradan insan olarak kalmaya mahkum etmiştir kolaycılık?
***
Denizlerde yapılan araştırmalar yüzeydeki ışığın 200 metrenin altına yeterince nüfuz edemediğini gösteriyor. Işık azaldıkça renkler bulanıyor, netlik kayboluyor. Önce grinin tonları, sonra siyah. Bir tür körleşme yani.
Işık, yokluğunda olduğu gibi aşırılığında da insanı körleştiriyor. Görmeyi sağlayan boyalı maddeyi tüketiyor şiddetli ışık. Gece karanlığına alışmış bir göze verilirse kuvvetli ışık, bu körleştirici etki daha da büyük oluyor.
Madde dünyasında kurallar böyle. Peki, madde dışı dünyada, örneğin sosyal hayatta ya da insanlar arası ilişkilerde durum ne? Sanıyorum orada da derinleştikçe bulanma başlıyor. Madde dışı dünyadaki derinleşmelerde ortaya çıkan bulanıklaşma ışığın azalmasına mı bağlı, yoksa çoğalmasına mı?
***
Derinleşme kötü bir şey mi? Sığ mı kalmalı insan? Bu, herhalde derinleşilen yere, şeye ve sizin neyi amaçladığınıza bağlı. Bilirsiniz hekimler mesleğe pratisyen doktor olarak başlar; bilgileri derin olmamakla birlikte alanları geniştir, dahiliye ya da cerrahi uzmanı olduklarında alanları daralır ama bilgileri derinleşir. Artık dahiliyenin ve cerrahinin de dalları var; endokrinoloji, cerrahi onkoloji gibi. Bu dallarda özelleşen hekimler çok daha dar bir alanda ama çok derin bilgi sahibi olacak biçimde yetişiyorlar.
Bazı hekimlerin belli alanlarda derinleşmeleri sağlık hizmetinin kalitesini arttırır; ancak devlet bütün hekimlerin derinleşmesinin önünü açarsa sağlık hizmetleri daha iyi olmaz, aksine daha ulaşılamaz, daha pahalı ve eleman yetersizliği nedeniyle düşük kaliteli hale gelir.
***
Aslında taraflı bir kelime derinleşme. Aşağıya doğru bir hareketi, bir inişi, dolayısıyla, ışıktan uzaklaşmayı akla getiriyor.
Derinleşme, belki de maddi alan için çok daha uygun bir ifade. Manevi alan için olanına, yani ışığa doğru gidenine, derinleşme değil de aşkınlaşma mı desek daha doğru olur? Orada bir yükselme, bir aşma, aşama kat etme söz konusu çünkü.
***
Sanıyorum Prof. Dr. Gazi Yaşargil adı size yabancı değildir. Her ne kadar tıp eğitimini de bütün tıp kariyerini de yurt dışında yapmış olsa da ülkemizin medarı iftiharı bir tıp adamı. 2000 yılında Cumhurbaşkanı tarafından Devlet Üstün Hizmet Madalyası verilmişti. Amerikan Beyin Cerrahları Birliği geçen yüzyılın en etkili bilim adamı seçmişti kendisini.
Yaşargil, Türkiye'den ayrıldıktan 47 yıl sonra, 1990'ların başında Türkiye'ye gelmiş ve Ankara Üniversitesi'nde bir konferans vermişti. Lice'den başlayıp Zürih'te devam eden hayatını anlatan Yaşargil, konferansın sonuna doğru “Saçlarım aklaştı, kafamın içi kapkara” demişti. Yaşargil'in durumunu açıklayabilir belki söylediklerimiz. Yaşargil derinleşmiş ama aşkınlaş(a)mamış mıydı? Bilim onu ışığa götürememiş miydi?
Tam bu noktada “Işık doğudan gelir” sözü aklımıza geliyor. Yaşaşargil'in doğudaki ışıkla ilgisi “Hintli Upanişadların Felsefesi” adlı bir kitap okuduğunu anlatmasıyla sınırlı. Okumuş evet, ama Walter Ruben'in gözlüklerini takarak! İşin daha garibi (acıklısı mı demeliyim?), “Işıkların Işığı”na orada “inna en zehra” diye bir sure olduğunu sanacak kadar yabancı kalması!  
***
Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)