-Zerreden küreye her varlık farkında olmadan hakikat sebebini arıyor.

-Akıllı insan imanının gücüyle aklın kılavuzluğunda onu arıyor.

-İdraki yerinde olan her insan onun rahmet vesilesi olduğunu anlıyor ve onu arıyor.

-Biz de acizane onu anıyoruz.

AMA NASIL ANIYORUZ;

-Gıybetle kirlenen dilimizle,

-Malayani ile münevver olan dilimiz ve kalbimizle,

-Allah’ın canlı evini yıkan sözlerimizle.

PEKİ BİZ O’NU NEDEN ARIYORUZ;

-Biz O’nu O’nun yolunu izini kaybettik mi ki

-Biz O’nu terk ettik mi ki

-Biz O’nun elini bıraktık mı ki

SORGULAMA;

-Biz O’ nun Risalet güzergâhında hiç yolculuk yaptık mı veya yapıyor muyuz?

-Biz O’nunla Kuran pazarında dalaştık mı veya dalaşıyor muyuz?

-Biz O’nun nemli, yaş buğday satan, bizi aldatan bizden değildir sözüne şahit olduk mu?

-Acaba O’nu mankenli ticarethanemize götürebilir miyiz?

-Acaba O’nu 5 yıldızlı içkili çalgılı lokantamıza davet edebiliri miyiz, yemek ikram edebilir miyiz?

-Acaba O’nunla caddelerimizde gezebilir miyiz?

-Acaba O’nunla şüpheli olmayan sofra kurabilir miyiz?

YAŞ 63

Asırlardır güneşin kavurucu sıcağında yanan kum tanelerinde kainata sığmayan bir heyecan var. Asırlardır yanmanın mükafatına erişmenin lütfu içinde çöl miladi 632’de sessizliğe gömüldü. Kum taneleri Rasulullahın mübarek vücudu ile karın karına boyun boyuna olmanın heyecanını yaşarken, kainat yasta.

Rasulullar’ın (S.A.S) kabri, aşk ile yapın kavrulan kum tanelerinin can kafesi… Burası Kabr-i Rasul. Aklın kamaşma noktası. Evet burası kainattaki yasların kavşak noktası…

Çöl 8 haziran 632’den itibaren mübarek teni incitme kuşkusu içinde İsrafil’in surunu beklemektedir. Kara toprağın kara bağrı inip inip çıkıyor ve diyor ki, Eğilin insanlar eğilin kulak verin. Kara toprak ses veriyor. Kara toprak Hayy Lâ Yemût olanı arıyor nefes nefese…  Kara toprak en büyük zikrini yapıyor Kabri Resulde. Kara toprak içinde bütün lisanların ve manaların eridiği, Rabbin kimdir, peygamberin kimdir, kitabın nedir, kıblen nerededir suallerinin sorulmadığını haber veriyor.

Mescidi nebide sahabe ayakta zor duruyor. Hz. Ömer pür hiddet elinde kılıç sahabelerin arasına karışıyor ve Resulullah’ın  (S.A.S) yanına giriyor ve Ya Rasulullah! Ya Rasulullah! Ya Rasulullah! diye sesleniyor. Sonra dışarı çıkıyor ve kendinden geçerek:

  • Kim Muhammed öldü derse diyerek kılıcını havaya kaldırıyor bu kılıcımla onun kellesini uçururum. Rasulullah’ın ölüm haberini alınca öyle sarsılmıştır ki, o artık kendinde değildir. Bir türlü paygamberin (S.A.S) ölümünü kabullenemiyor.

Hz. Ömer’in bu perişan halini gören Hz. Ebu Bekir, önce göz yaşlarını siler, içini çeker ve Hz. Ömer’e:

  • Yâ Ömer! Yâ Hattaboğlu! Allah Ali İmran Suresi 144. Ayette ne buyuruyor: “Muhammed ancak bir peygamberdir. O’ndan önce de peygamberler geliş geçmiştir. Şimdi O, ölür veya öldürülürse gerisingeriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah (ise) şükredenleri mükafatlandıracaktır.”

Hz. Ebu Bekir Allah Rasulu’nün (SAS) yanına girer ve

  • Ya Rasulallah! Ya Rasulallah! Ya Rasulallah! der, biraz sonra hücrei saadetten çıkar, ashaba: Vallahi Rasulullah (SAS) ölmüştür, vallahi Rasullullah (SAS) rabbine yürümüştür, dostuna kavuşmuştur, der oraya çöker ve

Vah benim peygamberim!

Vah benim seçkinim!

Vah benim hicrette yoldaşım!

Vah benim hilkat sebebim!

Vah benim Usve-i Hasenem! Sen sağken de güzeldin, öldüğünde de güzelsin!..

Hz. Ömer, sakın ha kimse peygamber öldü demesin, öldü demesin, öldü demesin der, hıçkıra hıçkıra ağlar.

Hz. Ebubekir, “Otur artık yâ Ömer! İsyan etme! Kendine gel yâ Hattaboğlu! Ya Ömer! Sende Rasulullah’ın ölmeyeceğine dair bir peygamber ahdi var mı?

Hz. Ömer:

  • Yok ya Ebâ Bekr!
  • Şahit olunuz ki, yalancılardan başkası, Peygamber ölmez (ölümsüzdür) diyemez. Ben Esma binti Umeys’ten duydum. Esma Binti Umeys ve Aişe, peygamberin sırtındaki nübüvvet mührünün silinmiş olduğunu görmüşler. Bu durumda ya Ömer, ya sahabi! Sakin olunuz, sabrediniz, Allah’ın hükmüne sabrediniz, razı olunuz, boyun eğiniz. “Her nefis, ölümü tadacaktır” Ankebut 57- unutmayınız.

Abdullah B. Zeyd, Ya Eba Bekr! Namaz vakti geldi, ezan okunsun da namazımızı kılalım. Namazı müteakip de Allah Rasulü’nün cenaze işini hallederiz.

Hz. Ali, Hz. Ebu Bekre:

  • Cenaze namazını siz mi kıldıracaksınız?

Ebu Hureyre:

Elbette Ebu Bekr kıldıracaktır. O’nun makamında (mihrabda) imamlığı Ebu Bekr yaptı.

Hz. Ali, ben de öyle münasip görüyorum.

Hz. Ebu Bekir, tek tek kılacağız. Önce ben kılacağım, sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali ve diğerleri.

Hz. Ali; Peki ezanı kim okuyacak?

Hz. Ebu Bekr: Ezanı, Allah Rasulü’nün (SAS) müezzini Bilal okusun (der ağlar).

Bilal-i Habeşi: Ben mi, bu halde mi? der, hıçkıra hıçkıra ağlar. Sonra yavaş yavaş kalkar, karşısındaki yüksekçe yere çıkar. Orada ezan okumaya başlar. Ancak “Eşhedi enne Muhammeden Rasulullah…” der oraya yığılır. Sahabi hemen koşar, Bilal’i yığıldığı yerden kaldırır. Tekrar “Eşhedi enne Muhammeden Rasulullah” der yine oracığa yığılır. Sahabi tekrar kaldırır. Sahabinin kolları arasında ezanı zor da olsa bitirir.

O’NU ANARKEN O’NA ARZ-I HALİMİZ

On dört asır sonra yine başa döndük ya Rasulallah! Şikayet dilekçemiz ta arşa uzandı. Yine yetim yine öksüz kaldık bu dünyada.

Dün şikayet yoktu cihad ve şehadet vardı. Bugün cihad yok. Şikayet var. Yine on dört asır öncesine döndük.

İslam ve Kur’an düşmanları içerde dışarıda ebu Cehilleri, Ebu Lehebleri aratmıyor ya Nebiyyallah!..

Muhammedilik kimliğimizi koruyamaz hale geldik. Yavrularımıza yuva kurarken Allah’ın emri, peygamberin kavli ile söze başladık ama, kutsal olan merasim (nikah merasimini) yaparken, Allah’ın yeryüzüne halifesi kıldığı insanın temelini atarken, Allah’ın emri peygamberin kavli yerine haçlının örf ve adetini (kadın erkek karışık dansı, çalgıyı çengiyi) tercih ettik. Sonra da ne ektiysek onu biçtik. Nerede ektiysek orada biçtik. Öte yandan da her namazda her rekatta, her Fatihada kıyamda, Allah’a şöyle yalvardık, “Allah’ım! Beni gazaba uğrayanların (Yahudilerin, Siyonistlerin) dalalette olanların (haçlıların) yoluna, izine, örfüne, adetine iletme, taklit ettirme! Diye zâri zâri inledik. Bu ne lahana turşusu, bu ne perhiz. Hem camiye, hem kiliseye mum diktik.

Dünkü caliyede körpe bedenler, ciğerpareler çölün karanlık bağrına diri diri gömülüyordu. Bugün ise manalar, kutsallar, ateizmin, tağutizmin çölüne gömülüyor ya Rasulullah!...

Dün dirilerin kitabı olan Kur’an, bugün ölülerin kitabı durumuna düşürüldü. Hayattan el çektirildi. Ahkam ayetleri, hukukta ilgili ayetler ki beş yüz civarındadır, rafa kaldırıldı, (mehcûr sayıldı) – Furkan 30-

Furkan 30, peygamberimizin Ahiretteki şikayet dilekçesi durumundadır.

Kur’anımız tebdil ve tağyir olmadı. Bir harfi bile değişmedi, değiştirilemedi ama, nice hükümlerle ilgili ayetler rafa kaldırıldı ya Habibullah!...

Dünün sar-ı Saadeti bugün körpe dimağlara asr-ı irtica olarak kazılıyor ya Nebiyyullah!...

Dün, ahlak-ı Kur’an, ahlak-ı Muhammedi ile, ahlaklanan her varlık hürmeten kıyam edip selam duruyordu. Bugün hakaret görüyor, horlanıyor, küçümseniyor ya Rasulallah!...

On dört asır öncesi gibi uzat elini tutalım. Kur’an’ın kubbesi altında, İslami hayatı yeniden tanzim edelim, Müslümanca yaşayalım. Müslümanca ölüp Cemalullah yolunda olalım ya Habiballah!...

DERUNİ BİR DİLEĞİM VAR

Ya Rasulallah!

Keşke ıssız çölde kızgın güneşin altında yanan kum taneleri ben olsaydım!...

Ey Nebi! Nurlu ve mühürlü bedenine kabrinde bir kerecik olsun dokunsaydım.

Şerha şerha olan dudakları, ben sulasaydım. Mucizeli parmaklardan akan su olsaydım da,

Kayadan mağarada ağ kuran örümcek, yumurtlayan güvercin olsaydım da sizi ben saklasaydım.

Ebvada ananın şefakatli kollarında, babanın mezarı başında gözlerinden akan bir damla yaş ben olsaydım.

Ben nefsimin cehennemini söndürseydim, belki kurtulurdu bu baş…

Ebed merdiveniyle Miraca çıkarken yükselmek için bastığın muallak taş.

Ne olur ben olsaydım kanatlarında seni taşıyan melek yerine ben olurdum arkadaş…

Ordunu düşleyerek açlığını gidermek için karnına bağladığın kara taş ben olsaydım.

Levlâke levlâh sırrının hikmetli anahtarını gizlice ben bulsaydım.

Sıvazladığın, okşadığın öksüz ve yetimin başındaki bir tel saç da ben olsaydım.

Aûşuna aldığın şehidin akıttığı kanın bir damlası da ben olup aksaydım.

Yer yüzünde seni bir kerecik olsun görmüş sahaben olamadım ah!...

Düşte görürüm belki diye kaylûkeye yattım, Nebi misali nafile vah!...

Issız yerlerde serap olsun göreyim dedim, nefsim gözüme perde çekti eyvah!

Muradım Şem’i sönmeden, uzat elini bir kerecik dokunayım ya Nebiyyullah!

Yürüyen Kur’an, yürüyen sünnet olup eteğinden hasretle bir tutaydım.

Rayıhanı aleme yayan ben olaydım.

Bâtılı yokluğa mahkum etmek için kuşandığım kılıcın kabzasında nakış nakış, göz nuru el emeğiyle işlenen gümüşün bir zerresi de ben olsaydım o hazin Uhud kazasında…

Yazın kavurucu sıcağında ben olsaydım seni koruyan bulutun hizasında…

Yaşasaydım senin ikliminde Medine havzasında el ele, gönül gönüle olup bulunsaydım hakkın rızasında…

Lisan-ı halimle dokunur dokunmaz bol sütlü olan kuru keçinin çobanı dağda taşta düzde bayırda ovada leylünehâr ben olsaydım da sütle doldursaydım mücize kovanı.

Alemde zerreden kürreye keşke anlatabilseydim mukaddes davanı…

Hidayet vesilesi ya Rasulallah! Sana cennette komşu olsaydım, koklasaydım rayihanı!...