Dün Kandil günüydü. Akşam yemeğinden sonra büyüklerimizi sevindirmek için Saraçoğlu Mahallesinde oturan anne ve babamı ziyarete gittik. Bizim orada küçük bir höyük var. Höyüğün biraz ilerisinde de Sorgunlu komşumuzun bahçesinde deve çocukların çok ilgisini çekiyordu. Çocuklara deve göstermek için Mengene köprüsünü geçtikten sonra arabanın direksiyonunu sağa çevirip höyüğü dolaşmak istedik. Meğerse bir sokak önce dönmüşüz. Yolun sonu devam etmiyor, çıkmaz sokağa girmişiz.

Bunda ilginç olan nedir diyeceksiniz? Durun, hemen söyleyeyim. Sokağın sonunda yol ortasında birkaç tane köpek yavruları yatıyor. Bizim o tarafa yöneldiğimizi gören köpeklerin annesi havlayarak arabamızın etrafında dört döndü. Hem de hayatını tehlikeye atarak.Biz geri manevra yaparken köpekle konuşuyoruz, yavrularına zara vermeyeceği diyoruz; ama hayvancağızın bizim dilimiz anladığı yok ki! Güç bela gersin geriye döndük, sokağın çıkışına kadar hayvan bizi kovaladı, yavrularını güvence altına aldı. Bize güzel bir annelik dersi verdi.

Şimdi kendimize dönelim. Köpek, bir ya da bir buçuk yıl sonra tanıyamayacağı yavrularını korumak için hayatını tehlikeye atıyor da biz çocuklarımızı tehlikelerden korumak için neler yapıyoruz? Diyorsunuz ki “Neyini eksik bırakıyoruz, yediği önünde yemediği arkasında. Bir dediğini iki etmiyoruz.”Maalesef iş ya da sorumluluk çocuğun karnını doyurmakla, her istediğini yerine getirmekle bitmiyor. Bugün pek çok istediği yerine getirilen, maddi sıkıntısı bulunmayan, ellerinde son model telefonlar ve altlarında şahsi arabaları olan çocuklarda görüyoruz ki hiç bitmeyen bir iç sıkıntısı, tatminsizlik, bencillik v.s almış başını gidiyor.

Peki, nerde hata yapıyoruz?

Bir defa çocuğun her istediğini yapmakla ona karşı görevlerimiz bitmiyor. Çocukların terbiyesi ve eğitimi için gereken özeni göstermeliyiz. Ona lazım olan mesleki eğitimin yanında ahlakî terbiyeyi de vermek zorundayız. Büyüklere saygıyı, insanlara karşı merhametli ve hoşgörülü olmayı, birbirimizin haklarına riayet etmeyi, adab-ı muaşereti, vatan ve millet sevgisini, milleti bir harç gibi bir arada tutan maddi ve manevi kültür değerlerini, sanatı, edebiyatı öğretmeliyiz. Dilimizi, güzel Türkçemizi en güzel şekilde kullanmayı öğretmeliyiz. Her akşam çocuklarımızla sohbet etmeli, günlerinin nasıl geçtiğini sormalı, bir sıkıntıları olup olmadığını öğrenmeliyiz. Onların dertlerine elimizden geldiği kadar yardımcı olmalıyız. Hayatlarına müdahale etmek yerine, bize ihtiyaç duydukları zaman yanlarında olmalıyız. Çocuklarımıza yapamayacağımız, yerine getiremeyeceğimiz işler konusunda söz vermemeliyiz. Afakî vaatlerde bulunmak bizleri zor duruma düşürebilir. Onun için çocuklara söz verirken kendi imkân ve yeteneklerimizi göz önüne almak zorundayız. Yerine getirilemeyen her istek ve vaat, çocuklarda güven kaybına neden olur, anne ve baba onlar için bir model olmaktan çıkar, adeta değersizleşir. Çocukların doğru sözlü olması için onlara asla yalan söylemeliyiz. Kendimiz davranışımızla onlara örnek olmalıyız.

Çocuklarımızı sevdiği ve yeteneği olan işlere yönlendirmeliyiz. Onlara meslek seçimi konusunda baskı yapmamalıyız.

Bazen çevremizde geçen konuşmalarda hayret verici sözlere şahit oluyoruz: “Çocuğumun arkadaşımın annesi derslerden düşük not aldığı zaman onu azarlıyormuş. Hatta eve gelme diye tehdit ediyormuş!” gibi. Ben bu sözleri duyunca hayretler içinde kalıyorum.

İnsanın ailesi, güvene bileceği huzur duyabileceği bir yuva, fırtınalı havalarda sığınabileceği bir liman olmalıdır. Ailesinden böyle bir tepki alan bir çocuk nereye gitsin, kime dayansın, kime güvensin?

Ailede huzur bulamayan bir çocuk, mutluluğu mutlaka başka yerlerde arayacaktır. Bunlara geçici mutlukluları vaat edip, sonra hayatlarını perişan eden o kadar çok guruplar var ki. Ne de olsa çocuk. Büyük insanlar bile gözü gönlü kayıyor, akli melekelerini kaybediyorlar. Kötü niyetli kişiler, çocuklara önce zehri bal diye yutturuyorlar, sonra da kan kusturuyorlar

Anneler, babalar! Lütfen çocuklarımızın biz olmadığını, onları da farklı bir birey olduğunu kabul edelim. Çocuklarımız robot değildir, yarış atı da değildir. Onlara güç yetiremeyeceği yüklerin altına sokmayalım. Aksi halde en az yirmi sene uğraş verdiğimiz, yetiştirmeye çalıştığımız, gözümüzden bile sakınırım dediğimiz evlatlarımızı kendi elimizle mutsuz eder ve intiharın eşiğine kadar sürükleyebiliriz.

***

Bir kandil gecesini daha geride bıraktık. Gönül isterdi ki huşu içinde ibadetlerimizi yapalım, ellerimizi açıp boynumuzu büküp Rabbimize yalvaralım. Yaratıcımızın engin merhametine sığınarak hakkımız olmasa da yüzümüz tutmasa da günahlarımızın affı için gözyaşı dökelim, tövbe edelim. Gündelik meşguliyetler bazen insanın tüm gününü alıyor ve yorgun düşürüyor. Bu hay huy içinde akşamdan uykumuz geliyor ve onun sıcak kollarına teslim oluyoruz.

Her gün kandilmiş gibi yaşamalıyız. Günde en az beş vakit Rabbimizin huzuruna varmalı, bizi insan olarak yarattığı, akıl, beden ve ruh sağlığı verdiği için, bütün yaratıkları bize boyun eğdirdiği için sonsuz hamdüsenalar etmeliyiz.

Gündelik meşguliyetleri biraz azaltarak kendimize zaman ayırmalıyız. Ailemize, çocuklarımıza eşlerimizle yeterince vakit geçirmeliyiz. Reklam arası ibadet değil, ibadet arası işlerimizi düzenlemeliyiz. Yani önce namazımız kılıp ondan sonra diğer işlere bakmalıyız. Önce ahlakımızı güzelleştirip ondan sonra insanlara faydalı olma yollarını aramalıyız.

Geçmiş Miraç kandilinin tüm insanlığa hayırlara vesile olması dileğiyle!