Kırklareli'ne geldiklerinde halk şehri boşaltmıştır. Bir topçu kumandanı, mermi bittiği için topları mevzilerden almak gerektiğini bildirir. Yalnız topları almaya, piyade de yoktur. Toplar yerinde kalsın, cephane ikmal edin emrini verir. Yavaşça çekilmesini emrettiği Hasan İzzet Paşa emrindeki birliğin çoğu, “geceden kaçmış” kalanlar da gerileme sırasında dağılmış, İzzet Paşa, Vize'ye kadar tek başına gelmiştir. Harp alanından farklı bir örnek daha verir. Kumandan 21. Alay komutanına güvenmemektedir. Alayın başına, bir tümen kurmayı yüzbaşıyı görevlendirir. Savaşı kurmay idare etmektedir. Ateş hattının gerisinde bir taşın ardına gizlenen alay kumandanı, kurmay yüzbaşının aldığı bütün tedbirleri, “akılsızlığı ve ahmaklığı sonucu tamamen” bozar. Gece alaylarda bozgun olmuştur. “Subaylardan bir kısmı aileleri derdine düşerek bırakıp gitmişler. Askerin büyük kısmı etraf köyler halkından olduklarından karanlıktan istifade ederek onlar da kaçmışlar”dır (Mahmut Muhtar, 2012, 30-32, 35). Kırklareli'nden Vize'ye çekiliş başlamıştır.

Kırklareli'nden çıkışta Vize şosesini tamamıyla, topçu, araba, asker ve muhacirler kaplamıştır. “Hepsi akın halinde kaçmakta”dır. Kolordu kumandanına artık bir iş kalmıştır: Vize telgrafhanesine gidip, ordu kumandanına durumu bildirmek. Kolordu top, cephane ve ağırlıklarının yarısına yakını, saplanıp kaldığı için kurtarılamamıştır. Fakat şu tespit acıdır: “Bu geriye kaçışın hiçbir mağlubiyet sonucu olmadığı ve hiçbir düşman baskısı altında ve takibinde olmaksızın meydana geldiği düşünülünce büsbütün acı duymak ve ümitsiz olmamak mümkün değildi.” Paşa, 24 Ekim sabahı Pınarhisar'a ulaşmıştır. Akşamdan gelmiş olan bir redif taburu vardır. Onunla kaçışın önünü almayı düşünür. Sabah kalktığında tabur yoktur. “Düşman süvarisi geliyor” söylentisi üzerine, Kaza Kaymakamı ve telgraf memurları da kaçmıştır. “Kısmen savaşsız ve panik halinde bir çekiliş karşısında bulunduk” diyen Paşa, Yedinci Tümen piyadesinin de yerlerini terk ederek kaçmaya başladıklarını, rediflerin de bunlara katıldığını, “bir kısmının trenle” kaçtığını belirtir. Yedinci Tümen komutanı ve kurmayı, Kolordu karargâhının gizlenmesi ve korunması için asker bulunmadığını belirterek, süratle çekilmekte ısrar eder. Yollar, şiddetli yağmur yüzünden batak haline gelmiştir. Bu yüzden toplar ve top arabalarının büyük kısmı saplanıp kalır. Psikolojik bozgun katlanarak artar. 16. Kolordunun beş taburu ile topçu alayı, 23 Ekim'de Pınarhisar'dan Yenice'ye doğru yola çıkmıştır. Kırklareli-Vize yolunu savunacaktır. Bu kolordu piyadeleri, Muhtar Paşa'nın kaçan askerlerini görünce, “onlar da dağılarak birlikte kaçmağa” koyulur. “Askerî tarihte bu ölçüde sebepsiz bir geri çekilişe ve kaçışa rast gelinemez. Bulgarlar savaş yapmadan çok büyük bir zafer kazanmışlardı. Türkler de hiçbir baskı görmeksizin yalnız yağmur ve çamur yüzünden savaş malzemesinin üçte birini terk ederek bozguna uğramışlardı.” Bulgarlar da şaşırmış olmalı ki, Pınarhisar ve Kırklareli'ni, 24 Ekim Perşembe günü öğleden sonra ikiye kadar işgal etmezler. 25 Ekim'de, Pınarhisar işgal edilmemiştir. “Bolu Taburu'ndan bir bölük geri çekilişe katılmayarak ve gecenin gelişiyle durumdan da haberi olmayarak mevzide kalmıştır. Bu bölük ertesi sabah düşmanın da birçok kayıp vererek kaçmış olduğunu görmüş ve savaş meydanında kalmış olan elli kadar yaralımızı da toplayarak Vize'ye dönmüştür.” Kaçış, yağmacılığı da beraberinde getirmiştir. Bunlardan yedi asker, birlikleri önünde idam edilir. Saray'da asker yağmacılığı, kaymakamın evine saldırmaya kadar ileri gitmiştir (Mahmut Muhtar, 2012, 37-40).

9

Kaçış, düşman baskısı ve mağlubiyet sonucu olmadığına göre nedendir? Mağlubiyetin kafada, yürekte benimsendiği bir çöküş dönemi yaşanmaktadır.

Vize'de, on bin askere, üç-dört bin okka ekmek bulma telaşı başlar. Çevredeki Hıristiyan köyleri de fırsat bulmuştur. Ekmek vereceklerine, “yanlarından geçen asker ve zabitleri” öldürürler (Mahmut Muhtar, 2012, 43). Doğu Ordusunun diğer kolorduları da aynı vaziyettedir. Ordu komutanı, astı olan Mahmut Muhtar Paşa'ya telgraf çekerek, Bahriye Nazırı sıfatı ile hükümete, “bu şartlar altında savaşa devam etmenin mümkün olmadığını” bildirmesini ister. Paşanın kanaati, ordunun Çatalca hattı gerisine alınarak yeniden kurulmasıdır. Paşa teşekkürü Bulgarlara eder: “Teşekkür olunur ki Bulgar ordusu takip etmedi ve bize kendimizi toparlamak için zaman verdi” (Mahmut Muhtar, 2012, 44).

Bir başka anlatım da önemlidir. Tümenlerden birinin kumandanı Aziz Paşa , 27 Ekim'de diğer tümen kumandanlarına, başındaki komutanına haber vermeden, üstelik gece saat 22'de bir “çıkış harekâtı” emreder. Komutan, “hazırlıksız olmalarına rağmen, ne mevkileri, ne sayıları hakkında doğru bilgi sahibi olmadıkları üstün düşman kuvvetlerine karşı saldırıya” geçmiştir (Andonyan, 1999, 466). Korkunç karanlık içinde başlayan saldırıda, ilk andan itibaren mangalar arasında irtibat kaybedilir. Kimin kime ateş ettiği belli değildir. İki taburumuz, düşman zannederek son kurşunlarına kadar, karanlık içinde birbirlerini vurur. Kargaşa, çaresizlik üstüne, Bulgar karşı ateşi ile “firar başlar”. Çevre köyler, “ellerindeki silahlarla çılgın gibi geri hatlara”, cin çarpmışcasına koşan askerleri görürler (Bardakçı, 2002, 320). “Baruta ateş değmiş gibi firar bir anda” alevlenmiştir. Müthiş ve oldukça feci bir kaos ortamı doğmuştur. Gece uyandırılan Mahmut Muhtar Paşa, hemen giyinip kaçanların önüne dikilir. Boş yere durdurmaya çalışır, bağırıp çağırır. “Geri dönmezlerse yalnız başına kurmay heyeti ile birlikte düşman üzerine saldırıp intihar edeceğini” söyler. Asker, dinlemez. Çil yavrusu gibi dağılmıştır. Paşa'nın yaverleri, geri çekilmek gerektiğini zannederek karargahı boşaltmışlar, evraklar, eşyalar, haritalar, planlar, hatta memurların sicil dosyaları bile bırakılmıştır. Yalnız emir erlerinden biri, komutanın kahve takımını götürmeyi akıl etmiştir. Kurmay heyetten bazıları, Kırklareli istasyonunda trene atlayarak tehditle harekete geçirirler. Gar memurunun, “hat üzerinde tren var” uyarısına kulak asmazlar. Hareket ettikten üç km. sonra, savaş malzemesi taşıyan bir diğer tren önlerine çıkıverir. Gece yarısı büyük bir çarpışma yaşanır. Toplar, mermi sandıkları vagonlardan çıkarılır. Ne ileri ne geri götürülebilir. Hepsi çamurlar içine öylece bırakılır. Kimsenin kumandası, kimseye sökmez olmuştur. Kimse kimseye itaat etmemektedir. “On beş bine yakın asker, o gece dehşete bürünmüş bir halde Babaeski'ye oradan da 100 km. uzaklıkta sahilde bulunan Tekfurdağı'na kadar” kaçarlar. Marmara sahillerinde duran askerde ne fişek ne teçhizat kalmıştır. “Açlıktan bir mısır koçanına bir tüfek satıyorlardı. Az kalsın Arabistan'a kadar kaçacaklardı. Şu korku, dünyanın en cesur milletini ne berbat bir duruma sokuyor?” Gece bitmiş, fırtına dinmiştir. 24 Ekim günü sabah Bulgarlar, dört koldan ilerleyerek Kırklareli önlerine ulaşırlar. Mevzilerde kimse gözükmemektedir. Siperler boşalmıştır. “Bulgar askerleri son derece ihtiyat içinde ilk istihkamlara ulaştıklarında Osmanlı süvarileri ve askerleri yerine çocuklar ve kadınlardan oluşan bir kalabalık ve ellerinde çiçeklerle kendilerini bekleyen bir toplulukla” karşılaşırlar (Lauzan, 46-48).

Fransız gazeteci, kolorduda subay ve astsubay miktarının olması gerektiğinden çok az olduğunu tespit etmiştir. Fakat var olan subaylardaki “ruhsal yapı” farklıdır. Gözü kara, cesaretle orduya başvurmuş bir kumandan için, “ne olurdu biraz da inancı olsaydı” der. Subayların zafere inancı yoktur, “Öleceğiz diyorlar ama zafer kazanacağız sözü ağızlarından çıkmıyor..” tespiti önemlidir (Lauzan, 49-50).

Yalnız, savaşı beceremeyen bu ordunun komutanları, politikanın her dalında aktiftirler.

Hariciye Nazırı, gazetecilere bozgunu, yüzü hafif sararmış şekilde verir: “Tarihimizde şimdiye kadar benzeri görülmemiş bir facia meydana geldi. Ordumuz Kırklareli'nden firar etmiş, mağlup ve mahcup bir şekilde korku içinde yerinden ayrılmış..” (Lauzan, 42).

Felaket haberi İstanbul'a gelince, Sadrazam Ahmet Muhtar Paşa istifa eder. Yerine Kâmil Paşa geçer. Düşüncesiz gece saldırısıyla Kırklareli felaketinde rol oynamış olan Aziz Paşa, görevden alınır. İki yüzden fazla subay, astsubay ve er, paniğin müsebbibi olarak kurşuna dizilir.  Felaket karşısında İstanbullu zengin Müslümanlar kayıtsızdır. Varlıklılar, göçmenlerin dramı, açlık ve hastalıklardan bitkin, ölüm derecesine varan Osmanlı askerlerinin “yürekler acısı sefalet ve ıstırabı karşısında kayıtsız” kalırlar (Andonyan, 1999, 466-467).