Balkanlar, “Evladı Fatihan” Balkanlar, Anadolu. Balkanlar, Konya. Balkanlar, Türkiye. Elde sensin, Dilde sensin, gönüldesin, baştasın. Hemen burnumuzun dibinde. Ha İstanbul’dan Konya’ya gitmişsin ha Üsküb’e. Daha önce Bosna-Hersek’i görmüş ve hayran kalmıştım. İçimizde seyahat aşkı yine alevlenince, rotayı Balkanlara çevirdik. Öğrencim Hamza’nın, “Hocam! Makedonya’ya bekliyoruz.” Daveti ile ilk güzergah netleşti. Şair,”Güç bela bir bilet aldım gişeden, Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan ”diyor. Biz de güç bela bir bilet bulduk, yolculuğumuz başladı İstanbul Esenler Otogarı’ndan. İstanbul- Esenler Otogarı’ndan her gün sadece Üsküp’e değil, Sofya’ya, Tiran’a, Bükreş’e ve Priştina’ya da seferler var. Saat 19.00 da hareket edecek otobüse son dakikada yetiştik. Otobüsün yolcuları içinde tedavi için İstanbul’a gelenler ya da akrabalarını ziyaretten dönenlerin yanı sıra Makedonya’da üniversite öğrenimi gören öğrenciler ve ticaret için gelenler de var. Özellikle tedavi için gelen burun ve yüzünden ameliyat olmuş bandajlı iki kişi dikkat çekiyordu. Kapıkule’de Türkiye tarafında işler ne kadar hızlı yürüyorsa, Bulgaristan tarafında da o kadar ağır yürüyor. Pasaport kontrolü, valiz kontrolü, otobüsün aranması vs. Bulgaristan sınırını geçtikten sonra yaklaşık yarım saat içinde mola verdik. Salaş bir yer. İnsanlar, alkol, sigara ve kaşkaval peyniri aldılar. Gece 04.00 gibi Makedonya sınırına ulaştık. Valizler, otobüs tekrar arandı. Pasaport kontrolü. Sınır polisi ve gümrüktekilere poşet çay ve üçü bir arada kutu ile ikram edilince, yolumuz açıldı. Sınırları aşan uzun bir gece yolculuğundan yolculuğumuzun bidayeti Makedonya’ya vardığımızda şafağın ilk ışıkları dağların zirvesini müşfik bir annenin evladını şefkatle uyandırması gibi okşuyordu. Şafağın açtığı yoldan sızan güneş ışıkları Eğri Palanka’yı ısıtırken biz irili ufaklı dağlar arasında daha batıya Üsküp’e doğru yol alıyorduk.  Kumanova’dan sonra, saat 07.00 gibi Üsküp’e ulaşıyoruz. Uykusuz bir gecenin ardından ilk menzile ulaşmanın sevinci içimizi kaplıyor. İşte, gözlerinde ışıltıyı, yüzündeki tebessümü gördüğüm Hamza karşımda. Ağabeyi ile gelmiş. Uzaktan gelen misafiri karşılamak için geceyi gündüz etmişler. Hamza, bir öğrenciden daha fazlası. Belki bir evlat.  Balkanlar gezisini eğitimci Mehmet Altuntaş- Hamza Aliu- Fauzan Azka Al Ghiffari kaleme aldı.

 KUZEY MAKEDONYA

Kuzey Makedonya Balkanlar’da denize kıyısı olmayan bir ülkedir. 1991'de Yugoslavya'dan ayrılarak bağımsız olmuştur. Kuzeyde Sırbistan ve Kosova, batıda Arnavutluk, güneyde Yunanistan, doğuda Bulgaristan ile komşudur. Makedonya'nın kuzeyden üçte birlik bölümünü kaplamaktadır. Nüfusu yaklaşık 2 milyondur. Başkenti ve en büyük şehri Üsküp'tür ve nüfusun dörtte biri bu şehirde yaşar. Makedonya’nın nüfusu yüzde 58 Makedonlar, yüzde 24 Arnavutlar, yüzde 4 Türkler. Çingeneler, Sırplar, Boşnaklar ve Ulahlar diğer etnik gruplarda yaşamaktadır. Makedonya’da o kadar çok heykel olmasından kinaye ile “nüfusun yüzde 10 heykel” esprisi yapılmaktadır.

ÜSKÜP

Üsküp, başkent. En büyük şehir. Türkülere konu olan Vardar nehri şehrin ortasından geçiyor. Bir tarafta Makedonlar, diğer yanda ağırlıklı olarak Müslümanlar yaşıyor. Tıpkı, Bosna-Hersek’teki Mostar gibi. Üsküp, Türkçe’nin bayrağının dalgandığı bir yer. Osmanlı şehri. Çarşı, Osmanlı döneminden. Eski şehrin yer aldığı çarşıyı size şöyle tarif edelim: Karagöz- Hacivat gölge oyunlarından aşina olduğumuz evlerin yer aldığı bir semt düşünün… Sıra sıra, yan yana iki katlı, küçük pencereli, sevimli, rengârenk Osmanlı evleri… O sokaklarda yürürken, sanki herhangi bir pencereden Karagöz çıkacak ve size laf atacakmış ya da başında kırmızı fesiyle bir külhanbeyi, pencereye çıkıp size racon kesecekmiş gibi hissediyorsunuz. Üsküp Çarşı’sındaki bir Türk esnafın Yugoslavya dönemi ile ilgili anlattıkları bir hayli ilgi çekiciydi. Tito, İslam Dünyasına şirin görünmek amacıyla devlet tarafından tüm masraflar karşılanan, seçilmiş kişileri Hacca göndererek İslam’a ne kadar saygılı olduğuna propagandasını yapmıştır. Böylece İslam dünyasının desteğini sağlamaya çalışmıştır. Yugoslavya’nın Tito döneminde büyük zülüm gören Müslüman Türkler son 20 yıldır Türkiye’nin ağırlığıyla rahat bir nefes almaya başlamıştır. 20 yıl önce Balkanlara ilk ziyaretini gerçekleştiren Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın şu sözü içinde bulunan durumu yansıtmaktadır: “Balkanlara gelmekte geç kalmışız.” Rahibe Terasa, Osmanlı’nın Üsküp’ünde dünyaya gelmiş 1910 senesinde. Gerçek adı Gonca Boyacı olan Rahibe Terasa Arnavut ve Katolik, 1979 yılında Nobel Barış Ödülüne layık görülmüş. Yeni keşfimiz için yola düşüyoruz.

 

ÜSKÜP KALESİ

Üsküp şehir merkezide yer alan kale, Vardar Nehri’nin hemen yanında Üsküp Türk Çarşısı tarafında bir tepeye konuşlandırılmıştır. Kalenin bahçesinde Sovyet döneminden kalma ağır silahlar görülüyor. Kalede, zindanlar, tüneller özellikle dikkat çekici. Burçlardan Vardar’a ve şehre kuş bakışı bakarak nefes kesen bir manzaraya şahitlik ediyoruz.

MUSTAFA PAŞA CAMİİ

Üsküp’ün en eski Camilerinden biridir. Osmanlı Devleti tarafından yapılırmıştır. 1492’de yapılmıştır. Mustafa Paşa Camii’nin belli başlı özellikleri: Kare planı, üzeri 4 sütunun taşıdığı 24 metre yüksekliğindeki geniş bir kubbe ile örtülüdür. Duvarları taş zemin üzerine kesme taş ve muntazam tuğlalarla örülmüştür. Ayrıca Caminin çevresi 2.5 metre yüksekliğinde oldukça kalın duvarlarla çevrilidir. Her cephesinde bir tane olmak üzere, 4 giriş kapısı vardır. Fakat bizi üzen tarih açısından ne kadar önemli olursa olsun, camide görevli bulunmamaktadır.

SULTAN MURAT CAMİİ

Sultan Murat (1421- 1451) Camii Üsküp’e en fazla hakim noktalardan birinde, şehrin eski bölümünün üzerinde yükselen tepelik alanda yer almaktadır. Cami Üsküp’te inşa edilmiş ilk camilerindendir. Sultan murat Camii’nin kuzeyinde caminin bir parçası olan Saat Kulesi bulunmaktadır.

KURŞUNLU HAN (KURŞUMLİ AN) OSMANLI HANI

Kurşunlu Han, günümüze kadar ayakta kalmış olan üç Osmanlı kervan sarayının, en büyüğü ve en güzelidir. 1550 yılında II. Selim’in himayesindeki bilim adamlarından Abdülgani’nin oğlu olan “Molla Müslihiddin Hoca” tarafından inşa edilmiştir. Han’ın hemen yanında bir zamanlar bir cami ve hamam yer almaktaydı. Ne var ki, 1689 yılındaki büyük yangında ve 1963 yılındaki depremde hasar görmüş olan bu yapılardan cami günümüzde ortadan kalkmış, hamam ise harabeye dönmüş durumdadır. Fakat Han günümüzde halka açık değildir.

ALACA İSHAK BEY CAMİİ

İshak Bey tarafından 1483’te inşa edilen Alaca Camii cephesini ve kubbe bileziğini süsleyen alacalı kalem işi motiflerden almaktadır. Cami eski zamanlardan han, imaret, medrese ve türbesiyle birlikte İshak Bey külliyesini teşkil etmektedir.

GAZİ İSA BEY CAMİİ

Üsküp sancak beyi İshak Bey’in oğlu İsa Bey tarafından 880 (1475) yılında yaptırılan cami, iki yanında misafirhane niteliğindeki tabhane odalarıyla zaviyeli camiler adlandırılan. Nitekim yapı, İsa Bey’in 874’te (1469) düzenlenen Türkçe vakfiyesinde hankah olarak zikredilmektedir.  “Ben girmeden hayatı şafaklandıran çağa, Bir sonbaharda annemi gömdük o karatoprağa” (Yahya Kemal BEYATLI) Yahya Kemal Beyatlı’nın annesi Nakiye Hanım’ın mezarı da İsa Bey Camii’nin avlusunda bulunmaktadır. Özellikle insan, Üsküp’ün tarihi bölümlerini gezerken sanki bir portal açılmış da 15. ve 16. Yüzyıla ışınlanmış gibi kendini hissetmektedir. Geçtiğimiz her sokak başında tarihi bir cami ya da mescit selamlıyor bizi. Çoğunlukla Osmanlı’nın son dönemlerinde inşa edilmiş bu tarihi cami ve mescitler, mahalle aralarına ipi kopmuş tespih taneleri gibi dağılmış. İnsan, bu kadim geçmiş karşısında, ‘300-500 yıl önce bu mahallede Ramazan ayı nasıl da renkli geçiyordu acaba’ diye düşünmekten alıkoyamıyor kendini.

TETOVA (KALKANDELEN)

Tetova, Makedonya’nın kuzeybatı kesiminde bulunan bir şehirdir. Şar dağı eteklerine kurulmuş olan bu şehir, Pena Nehri tarafından ikiye bölünmüştür. Kuzey Makedonya'nın Kalkandelen (Tetovo) şehrindeki Osmanlı mirası Alaca Camii, zarafetiyle bölgedeki ender tarihi yapılardan biri olarak biliniyor.

ALACA CAMİİ

Kuzey Makedonya'nın Kalkandelen (Tetovo) şehrindeki Osmanlı mirası Alaca Camii, zarafetiyle bölgedeki ender tarihi yapılardan biri olarak biliniyor. Kalkandelen'i ortadan bölen Pena Nehri'nin yanı başında bulunan cami, ihtişamlı görünümüyle adeta tarihin tozlu sayfalarından çıkıp gelmiş gibi. "Paşa Camisi" olarak da anılan tarihi yapı özellikle süslemesinde kullanılan çiçek desenleriyle dikkatleri çekiyor. Hurşide ve Mensure kız kardeşlerin çeyiz paralarını bağışlayarak 15. yüzyılda yaptırdığı rivayet edilen cami, iç ve dış cephe süslemeleriyle ziyaretçilerin ilgi odağı. Alaca Camii benzeri hiçbir yerde olmadığı iddia ediliyor, süslemeler arasında bulunan köşk ve konak resimlerinin Endülüs medeniyetinden esinlenerek yapılmış.

GOSTİVAR (GOSTİ-MİSAFİR VAR)

Gostivar’ın insanları çok misafirperver insanlardır bu yüzden ismini misafir var koymuşlar. Gostivar Arnavutların yoğun yaşadığı bir şehir. Ülkenin en uzun akarsuyu Vardar Nehri, Gostivar’a 5 km uzaklıkta, 683 metre yükseklikteki Vrutok köyündedir. Cuma Namazını Gostivar’da kıldık ve orada Arnavutça vaaz dinledik. Vaiz teatral bir anlatımla, beden dilini çok iyi kullanarak gıybet hakkında konuştu. Hutbede Fatiha suresinin tefsirini dinledik. “Vardar Ovası,Vardar Ovası, Kazanamadım Sıla Parası”.Kurumayan gözyaşı Vardar Nehri Şar Dağları’nın eteklerinden doğar. Türkülere konu olan ve sıla hasretini dile getiren nehir, aynı zamanda Rumeli’ye vedanın, acının, gözyaşının canlı şahididir Göç edenlerin tüm acılarını ve ağırlıklarını taşır sinesinde. Göç edenler nehri takip ederek, onun çizdiği yoldan yürüyerek, ağırlıklarını kimi zaman nehre fırlatarak, bazen de yolda can vererek dost olmuştur Vardar’a. Rumeli’nin Anadolu’dan ayrılışına döktüğü kanlı gözyaşlarından mıdır ne,bazan kıpkırmızı akar Vardar.

STRUGA-ŞİİRİN BAŞKENTİ

Struga, turistlerin gözde mekânı. Struga’da ilginç olan gölün bir tarafı Arnavutluk bir tarafı Makedonya. Eski Struga pazarı ve yüzlerce yıllık cami ve kiliseler bu sessiz sakin kentin güzelliğini ve kültürünü gözler önüne seren diğer mekân ve unsurlardır. Her ağustosta Şiir Köprüsü’nde dünyanın dört bir yanından şairler, yazarlar ve sanatçıların katılımıyla Struga Şiir Akşamları düzenlenir. Şarkıda:” Beraber yürüdük yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda, bana her şey seni hatırlatıyor” Diyor. Bizde ıslanırken yağan yağmurun altında, Struga’daki  Türkiye’den de şairlerin katıldığı şiir akşamlarını hatırlıyoruz. Mahalli yemeklerin yapıldığı bir restoranda boğazımıza bakıyor ve artık demir alma zamanı geldi limandan diyerek, Ohri’ye doğru hareket ediyoruz.

OHRİD(OHRİ)

Makedonya’nın güneybatısında, Arnavutluk’un doğusunda, Balkanlar’ın en eski ve en derin gölü. Temizliğiyle şaşırtıcı, güzelliğiyle büyüleyici. Ohri dediğimizde birbirine bağlı iki ayrı yerden bahsediyoruz. Ohri Gölü ve Ohri kenti. Göl, Arnavutluk ve Makedonya arasında doğal bir sınır oluşturuyor. Gölün Makedonya tarafında Ohri ve Struga kenti yer alıyor. Gölün kuzey kıyılarını çevreleyen Ohri kenti de pek çok Balkan yerleşimi gibi Osmanlı döneminin izlerini taşıyor. Sırasıyla, göl de kent de tarihi ve kültürel mirası, doğal güzellikleriyle UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine eklendi. Gölün doğu kıyılarında kurulu Pogradec kenti ise bağlı olduğu Arnavutluk’un önemli turizm noktalarından biri, küçük ama yine görülmeye değer. Orta çağ’dan bugüne kalan kalesi, kilise ve camileri, şirin evlerinin bulunduğu dar ve dolambaçlı sokaklarıyla kentin kendine özgü bir dokusu var. Bu sokaklarda biraz dolaştığınızda mimarideki Osmanlı etkisini görebilirsiniz, evlerin tarzı ve yapısı tanıdık geliyor.

ÇAR SAMUEL KALESİ

Orta çağ’dan bugüne iyi korunarak gelen kale, Bulgar İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş. Ohri, bir dönem Slav Ortodoksluğunun önemli şehri olduğu için pek çok kilisesi var, hatta 365 kilisesi olduğu ve “her güne bir kilise” denildiği anlatılıyor ama ancak 40 tanesi bugüne dek ayakta kalabilmiş. Bu özelliği nedeniyle “Balkanların Kudüs’ü” diye de bahsediliyor. Yine bir Orta çağ eseri olan Ayasofya (Sveti Sophia) Kilisesi, tıpkı İstanbul’daki Ayasofya gibi Osmanlı döneminde camiye çevrilmiş, Yugoslavya döneminde yeniden aslına dönmüştür. Sv. Bogorodica Perivlepta Kilisesi ise küçük ama Rönesans’a yakışır fresklerle bezeli. Etkileyici mimarisiyle Aziz Yuhanna (Sfeti Joan Caneo) kİlisesi göle hakim bir noktadan ve uçurumun üzerine inşa edilmiş. Kİlise gölün kıyılarından başlayıp ormandan devam eder. Kiliseye kısa yoldan çıkmak istedik, farkında olmadan önümüzde uzanan yolu kullanmışız. Tellerin üstünden ve duvarlardan atlarken kimse bizi fark etmedi. Kilisede, Papaz bizi karşısında da görünce şok oldu.

ANTİK ESKİ YUNAN AMFİ TİYATROSU

Helenistik ve eski Roma döneminden kalma önemli bir ören yeri olan tiyatro Ohrid’in Varos adlı eski bölümünde yer almaktadır. Ohri Antik Tiyatrosu dünyanın dört bir yanından sanatçıların katıldığı Ohri Yaz Festivali dâhil pek çok kültürel etkinliğin düzenlendiği bir yerdir. Özellikle Ohri ‘de dikkatimizi çeken yerlerden birisi de Su Müzesi oldu. Âdeta Çatalhöyük’teki evlerin su üstünde sazdan yapılmış şekline benziyordu.

Su Müzesi

Su Müzesi göl üzerinde Kemikler Koyu’nda neolitik dönemdeki bir balıkçı köyünün aslına uygun şekilde canlandırıldığı küçük ama eşsiz bir arkeolojik kompleks. Milattan önce 1200-600 yıllarına tarihlenen bu yerleşim, bir süre önce bir açık hava müzesi olarak turizme kazandırılmış. Turkuaz, berrak suların üzerinde köprüyle karaya bağlanan tahta bir platform, üzerinde de minik balıkçı evleri adeta tarih öncesine açılan bir kapı gibi.

ALİ PAŞA CAMİİ

Osmanlı döneminde kalma Ali Paşa Camiinde Yatsı namazını eda ettik. İmamlarla tanıştık. Birlikte Ohri’de bir Türk’ün İşlettiği mekânda çay içtik. İmamlardan biri Türkiye’den. Çoğu Türk Filmlerinde imam tiplemesi, sahtekar,yalancı olarak olumsuz bir figür olarak karşımıza çıkar. Belki de bu senaristlerin dine ve dindarlara düşmanlığın bir sonucudur. Ama çay içerken tanıştığımız “Balkan Ninnisi” dizisinde oynayan Ali Paşa Camii’nin İmamı, Konya’nın damadı Ömer Hoca gerçek bir imam. Dizide ilk defa gerçek bir imam ve dine uygun bir rol. Ömer Hoca’nın dedeleri Karaman-Taşkale’den gelen Evladı Fatihan. Hocamız, Konya’nın damadı olunca ve Türkiye’de Kayseri’de İHlL’den mezun olunca yemeklerden ve özellikle de etli ekmekten haberi var. “Gönül ne kahve ister, ne kahvehane, gönül sohbet ister, kahve bahane.” Çay bahanesi ile güzel bir sohbet oldu. Sohbette Tiran’da görev yapan, din görevlileriyle de tanıştık. Ohri’de yaşayan Türklerin okullarının olduğunu öğrendik. Kalacağımız apart hotele doğru giderken karşıda bakkal Cavit abiyle karşılaştık, Cavit abi, bizi dükkânına davet etti orada boza ikramının devamında kırk yıllık hatırı olan gönlünde pişirdiği kahvesini tattık. Gönül heybesinin en büyük azığı muhabbettir. “Cavit abi ile özden bir muhabbet yaptık. Cavit abi gönlümüzde iz bıraktı. Tavsiyesi üzerine sabah namazında Halveti Tekkesinde zikre katılmak niyetiyle ona veda ettik. Dilimizde bir İlahi:  “Affet isyânım benim Hâlim yamân Allahım Ref' et nisyânım benim Meded amân Allahım”

HALVETİ TEKKESİ

Sabah namazını Halveti tekkesinde kıldık. Sabah Namazı sonrası halveti zikri. Oradaki dervişler bizi bekledi ve kahveci dede bize gönlünde pişirdiği kahveleri ikram etti. Tekkenin sorumlusu, 2001’deki savaşı anlattı Hristiyanlar (Makedonlar) tekkeyi ve oradaki Camileri yıkmak istemişler. Oradaki Müslümanlar toplanıp tekkede nöbet beklediklerini söyledi. Tekke böylece korunmuş. Tito döneminde Bosna’dan tekkeyi ziyarete gelen ve zikri izleyen öğrenciler zamanın Yugoslavya müftüsüne mektup yazıyorlar akabinde de Yugoslavya müftüsü tekkeyi ziyaret ediyor, oradaki zikre bakıyor, sonra Bosna’daki tekkeleri ve şeyhlere zikir yapmak için izin veriyor. Bu vesile ile de Ohri’deki tekke ve dervişler Bosna’daki tekkelerin açılmasına sebep oluyorlar.

RESEN(RESNE): HÜRRİYET KAHRAMANI RESNELİ NİYAZİ BEYİN ŞEHRİ

Niyazı Bey, Fransa’da okumuş okulu bitirdikten sonra Resne’ye dönmüş, okulu bitse de hala Fransa’daki arkadaşlarıyla mektuplaşıyormuş ve onlar Fransa’daki sarayları çok övmüşler, bunu kıskanan Niyazi Bey “bende dünyada eşi benzeri olmayan bir saray yapacağım” demiş ve sarayı yapmış. Saray bugün müze olarak kullanılmaktadır. Türkiye’den gelen devlet adamları da müzeyi sık sık ziyaret etmekte. Türkiye’den sanatçıların eserleri de sergilenmektedir. Niyazi Beyin evi sarayın tam karşısında bulunuyor. Resen (Hacı Ramadan Camii) ilk defa bir camide Peygamber isimlerinin süsleme unsuru olarak kullanıldığını gördük. Fakat H.R camisinin imamı dediğine göre bölgedeki başka tarihi camilerde de hat sanatıyla Peygamber isimleri nakşedilmiş. Yugoslavya döneminde camiyi kapatmamışlar lakin yolları yukarı çekmişler ve camii yer altı su kaynaklarına yakın olduğu için yıkılma tehlikesi yaşamış oradaki Müslümanlar camiye bir günde bir oda eklemişler ve temeli bir metre yukarı çekmişler.

DEVAM EDECEK

MEHMET ALTUNTAŞ - HAMZA ALİU - FAUZAN AZKA AL GHİFFARİ 

 

Editör: TE Bilişim