BÜYÜK KORKULAR ZIT İNSANLARI BİRBİRİNE YAKLAŞTIRIR
Hünerine güvenen insanların belaya uğraması daha kolaydır.
Bir nice, yıllar önce bir Müslüman, Yahudi ve Hiristiyan yolda yoldaş oldular. Büyük korkular zıt insanları birbirine yaklaştırır. Bir mümin, aklın şeytan ve nefisle dostluğu gibi onlarla arkadaş oldu. Yolculuk icabı bir İstanbul'lu Adanalı ile yoldaş olabilir. Beraber yer, içer kalırlar. Baykuş, kargayla bir kafese düşebilir. Bir imanlı ile beynamaz hapiste bir koğuşta kalabilir. Doğu ile batılı aydınla cahil kar- kış gereği bir kervansarayda günlerce beraber kalabilir. Gün doğup, yol açılınca her biri bir yana ayrılır. Kafes veya zindandaki ızdırapla kanat çırpsa da uçmağa yol bulamaz. Yerden gökten dünyanın dağ dere kaç bucağından acı, tatlı çeşit çeşit nimetler gıda olarak bedenimizde toplandı. Hepsi ömür karının eriyerek geldikleri yere döneceği vakti bekliyor.
Bu üç arkadaş bir hana varıp kaldılar. Varlıklı, iyilik ve devlet sahibi birisi, anası atası hayrına bu üç garip yolcuya, ekmek ve bal helvası hediye etti.
Şehirliler edebli ve zeki olur, köylülerse gariblerle fakirlere sofra açmağı severler. Köylerde her gün Tanrı misafiri kimsesizler için sofralar kurulur.
O üç yoldaştan ikisi geçtikleri bir köyde karınlarını tıka basa doyurmuş, Müslüman oruçlu olduğu için yememişti. Akşamüzeri hayırseverin ekmek ve helvası gelince mü'min orucunu açıp yemek istedi. İki arkadaşı:
-Boğazımıza kadar tokuz. Helvayı yarına saklayıp yiyelim, dediler. Müslüman:
-Yarına Allah kerim, sabrı bırakıp bu gece yiyelim, dedi.
-Sen hikmet satarak yalnız yemek istiyorsun.
-Arkadaşlar, biz üç kişi değil miyiz? Gönlünüz razı değilse aramızda paylaşalım. Herkes payına düşeni ister yesin ister saklasın.
İkisi birden itiraz ettiler:
-Her pay edenin yerinin cehennem olduğunu bildiren hadisi duymadın mı? Dediler. Mü'min bu sözü:
-Duydum. Fakat buradaki pay eden kendi çıkarı ve keyfine uyup pay edendir. Allah için yapan değil, diye açıkladı.
Yahudi ile Hıristiyan'ın maksadı Müslüman arkadaşlarını aç bırakıp üzmekti. Müslüman boyun eğip:
-Peki, dostlar, istediğiniz gibi olsun, dedi.
Hanın loş odasında her biri bir köşeye kıvrılıp yattı. Sabahleyin erkenden kalktılar. Ellerini yüzlerini yıkayıp kendi inançlarınca ibadet ve duâlarını yaptılar. Cenab-ı Hak'tan iyilik ve yardım dileyip giyinip kuşanarak ocağın başında toplandılar. İçlerinden biri yârenlik edip:
-Arkadaşlar, size hoş bir teklifim var. Gelin her birimiz bu gece gördüğü rüyayı anlatsın. Kimin rüyası güzelse helvayı yesin, dedi.
Aklı en fazla olana en iyi imkân verilmeli ki geride kalanların derdine derman bulsun. Bu dünyanın anlam ve güzelliği onların ölümsüz akılları sayesindedir.
Yahudi gece rüyasında gördüklerini anlatmağa başladı:
-Rüyamda Hazret-i Musa'yı gördüm. Önüme düştü Tur dağına gittik. Orada nurdan bir kapı açıldı, Musa Peygamber, ben ve Tur dağı nurda kaybolduk. Cenab-ı Hakk'ın nuru üfleyince Tur dağı üç parça oldu. Parçaların biri denize gidip zehir gibi acı suları tatlılaştırdı. İ kincisi yere saplanıp yerden tatlı su çeşmeleri kaynadı. Bağrı yanık hasta ve susuzlara şifa oldu. Üçüncü parçası Kâbe'nin yanına gidip Arafat dağı oldu. Bir sesle kendime geldim. Tur dağı Hazret-i Musa'nın ayakları altında buz gibi eriyordu. Dağın eteklerindeki düzlükte elinde asalarla bir alay halk toplanmıştı. Hepsi eteklerini toplayıp Tur'a yönelmiş Rabb'im bana görün demeğe başlamıştı. Sonra bunların Hak âşığı peygamberler olduklarını ve Hak katında bir olduklarını öğrendim, dedi. O çıfıt rüyasını bu şekilde süsleyip anlattı.
Hiç bir kâfiri hor görüp kötülemeyin, Hakk'ın lütfu ile sonunda Müslüman olarak ölebilir.
Sıra Hıristiyan olana gelmişti. Söze şöyle başladı:
-Rüyamda Hazret-i İsa'yı gördüm. Bana rehber oldu dördüncü kat göğe çıktık. Göklerin akla durgunluk veren, şaşılacak yerlerini gördüm. Gökyüzünün hünerinin yerden üstün olduğu gerçek, dedi.
Kediler rüyasında yağlı kuyruk görürler.
Sıra Müslümana gelmişti. Söze başladı:
-Dostlar, rüyamda sevgili ve şerefli sultanım Muhammed Mustafa göründü. Bana: Arkadaşlarından biri Tur dağına gitti Musa Kelîm'e arkadaş oldu, öbürü ise İsa Peygamberle dördüncü kat göğe çıktı. Ey sürünün ardına kalan, zararlı adam kalk onlar iyilik ve lütfa erişti, kutlu devlete kavuştu. Sersem adam kalk sen de helva kâsesinin başına otur, dedi.
Bu sözü duyan Yahudi ile Hıristiyan yerinden fırlayıp:
-A hırslı adam, yoksa helvayı yedin mi? Dediler. Müslüman sakin bir tavırla:
-Her emrine uyulan o yüce padişah emredecek de ben kim oluyorum ki buyruğuna uymayacağım. Sen Yahudisin Hazret-i Musa'nın emrine başkaldırabilir misin? Sen de Hazret-i İsa'ya inanıyorsun onun emrine karşı çıkabilir misin? Öyleyse ben peygamberlerin kendisiyle övündüğü Peygamber Efendimizin emrinden dışarı nasıl çıkabilirim. İşte helvayı yedim kendimden geçtim, dedi.
Bunun üzerine Yahudi:
-Allah'a yemin ederim, rüya diye seninkine derler. Bu gördüğün rüya bizim yüzlerce rüyamızdan üstün. Senin uykun uyanıklıktan başka bir şey değil. Rüyanın eserini uyanıkken de görüyorsun.
Fazilet, yiğitlik ve hünerden geç, iş; güzel huyla hizmettedir. Yüce Allah bizi bunun için yarattı ve İnsanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım buyurdu. (Zariyat suresi, ayet: 56)
Hüner; duman ateşe işarettir demek yerine apaçık ateşi görmektir.
(Yaşar Çalışkan, Kızıl Postun Eşiğinde Hz. Mevlânâ'dan Seçme Hikâyeler, Nüve Yayınları, Konya, 2008)