Helal kazanç, İslam’ın en önemli prensiplerindendir. İnsanın kazandığı helal olursa, hanesine giren bu helal kazanç sayesinde yediği, içtiği her şey helal olur, hanesine bereket getirir. Yediği, içtiği helal nimetler kişinin kendisinin ve ailesinin manen ve madden temiz kalmasını sağlar. Helal kazanan, helalinden yiyen kişinin hem kendisi hem hanesi güzelleşir. Kendisi güzel baktığı, güzel gördüğü gibi ona bakanlar da onu güzel görürler. Helal kazanan, rızkına haram bulaştırmayan bir ailenin çocuğu da öyle yetişir, helal kazanır, helal yer. Peygamber Efendimiz (sav) “Mü’min bal arısına benzer. Temiz olanı yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar” buyurmuşlardır. (Suyûtî, el-Câmi, 8147)

Haram ise bulaştığı her şeye zarar verir. Mesela kazanca bulaşınca bereketini yok eder; bedene bulaşınca kişiyi harama meylettirir; gönle bulaşınca onu hantallaştırır. Nitekim Mevlânâ Hazretleri bu hakikati şöyle ifâde eder: “Bu seher benden ilham kesildi. Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi. Bilgi de hikmet de helal lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helal lokmadan doğar. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse bil ki o lokma şüpheli veya haramdır.”

Enes b. Mâlik’in anlattığına göre, Medineli bir sahâbî birkaç kez Hz. Peygamber’e (sav) gelerek ihtiyacını dile getirmiş ve her defasında o cömert Peygamber’den karşılıksız ikramlar alarak evine dönmüştü. Bir gün yine bir şey istemeye geldiğinde Allah’ın Elçisi (sav), “Evinde hiçbir şeyin yok mu?” diye sordu. Sahâbî, “Hayır, evimde sadece bir örtü var. Bunun bir kısmını elbise olarak kullanıyor, diğer kısmını da evde altımıza seriyoruz. Bir de su içtiğimiz bir bardak var” diye dert yandı. Bunun üzerine Allah Rasulü (sav), “Onları bana getir” diyerek onu evine gönderdi. Sahâbî hemen evine gitti ve bahsettiği eşyaları getirdi. Rasûlullah (sav) onun getirdiği eşyaları eline alarak orada bulunanlara, “Kim bunları satın almak ister?” diye sordu. Topluluk içinden birisi, “Ben onları bir dirhem karşılığında alırım” diyerek öne çıktı.

 Allah Rasûlü (sav) iki veya üç defa, “Kim bir dirhemden fazla verir?” diye sorunca bir başka sahâbî, “Ben iki dirhem veririm” diye ortaya atıldı. Bunun üzerine Hz. Peygamber, adamın getirdiği eşyaları iki dirhem karşılığında satın almak isteyene verdi. Alışveriş sonucu kazandığı iki dirhemi de adama vererek, “Bu dirhemlerin birisiyle yiyecek satın al ve ailene götür. Diğer dirhem ile de bir keser satın alıp yanıma gel” dedi. Sahâbî keseri getirince Allah Rasûlü (sav) ona bizzat kendi eliyle bir sap taktı ve keseri ona uzatarak, “Git, bununla odun topla ve sat. Seni on beş gün boyunca da görmeyeyim” diye tembihledi.

Medineli sahâbî, Allah’ın Elçisi’nin bu emri üzerine hemen gitti ve çalışmaya koyuldu. Günlerce odun toplayıp sattı. On beş gün sonra, on dirhem biriktirmiş olarak çıkageldi. Çarşıda kazandığı paranın bir kısmı ile elbise, geri kalanı ile de ailesine yiyecek satın almıştı. On beş gün önce muhtaç bir halde yanına gelen ve ailesini geçindirmeyi bilemeyen bu sahâbînin ekmek parasını kazanmayı başardığını gören Rasûlullah (sav), ona şu çarpıcı öğüdü verdi: “Bu şekilde çalışarak başkalarına muhtaç olmadan geçinmen senin için kıyamet gününde yüzünde dilencilik lekesi ile gelmenden daha hayırlıdır.” Bu sözler bize helalinden, kendi elinin emeği kazanmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.