23 Nisan 1920'de başlayan Meclis Hükümeti Sistemi olarak da adlandırılan idari mekanizmamız 29 Ekim 1923'te değişikliğe uğradı. 29 Ekim 1923 tarih ve 354 Sayılı “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun Bazı Mevaddının Tevzihan Tadiline Dair Kanun"la bugünkü tabirle Anayasanın bazı maddeleri değiştirildi. Teşkilatı Esasi'nin eski 1. maddesine son bir fıkra eklenerek "Türkiye Devleti'nin şekl-i Hukümeti Cumhuriyettir" denilmişti. Bugün Cumhuriyet Bayramı olarak da kutlanan 29 Ekim'de aslında 354 sayılı kanunla Teşkilatı Esasiye(Anayasa) değişmiştir. 29 Ekim'in hususiyeti buradan gelir.

O gün yapılan Teşkilatı Esasi'deki değişiklikleri kısaca zikredecek olursak:

 Madde 1. Hakimiyet bila kayd-ü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye Devleti'nin şekl-i hükümeti, Cumhuriyettir.

Madde 2.  Türkiye Devletinin dini, Dini İslâmdır. Resmi lisanı Türkçedir.

Madde 4. Hâkimiyet, bilâ kayd-ü şart Milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye Devletinin şekli Hükümeti, Cumhuriyettir.

 Madde 10. Türkiye Reisicumhuru, Türkiye Büyük Millet Meclisi Heyeti Umumiyesi tarafından ve kendi âzası meyanından bir intihap devresi için intihap olunur. Vazife-i Riyaset yeni Reisicumhurun intihabına kadar devam eder. Tekrar intihap olunmak caizdir.

Madde 11. Türkiye Reisicumhuru devletin reisidir. Bu sıfatla lüzum gördükçe meclise ve heyet-i vekileye riyaset eder.

Madde 12. Başvekil Reisicumhur tarafından ve Meclis âzası meyanından intihap olunur. Diğer vekiller Başvekil tarafından gene Meclis âzası arasından intihap olunduktan sonra heyeti umumiyesi Reisicumhur tarafından Meclisin tasvibine arzolunur.

Cumhurbaşkanlığı makamı 29 Ekim 1923 tarihinde Teşkilatı Esasi'deki değişiklikle ihdas olunmuştur. Ondan önce Mustafa Kemal Meclis Başkanı idi, sonra Reis-i Cumhur olmuştur. Cumhurbaşkanlığı makamının ihdasına kadar BMM, bugünkü tabirle başbakan ve bakanlar kurulunu seçme yetkisine sahipti. 29 Ekimden sonra bu yetkileri Cumhurbaşkanına vermiş oldu.

Cumhurbaşkanına aynı zamanda devlet başkanı ünvanı veriliyordu.

Cumhurbaşkanlığı makamı dini İslam olan devletin başkanlığı makamıydı. Anlaşılan o ki, “devletin başına halife dışında birisi geliyor, acaba bir başka iş mi dönüyor?” şüphesi ortaya çıkmasın diye bu 2.madde ( Türkiye Devletinin dini, Dini İslâm'dır) konulmak zorunda kalınmış.

Bir kez daha tekrar edelim:Tanzimat Fermanına kadar bu memlekette gayrimüslimlerin idareci, asker olmaları yasaktı. Cizye ödemek zorundaydılar hatta Müslümanlara karşı üstünlük gösterisi manası taşıyacağı için at binmeleri bile mümkün değildi. 'Klasik Osmanlı Nizamı' denilen bu nizamda Müslümanlara “Millet-i Hâkime” deniyordu. Bu 'Millet-i Hâkime'nin hükmü ve zimmeti altında sırasıyla Rumlar, Ermeniler, Yahudiler yer alırdı.  Osmanlı düveli muazzamanın tehdidiyle ilan etmek zorunda kaldığı Tanzimat Fermanıyla Müslümanlarla gayrimüslim teb'a arasında fark gözetmediğini beyana mecbur kılınmıştı. Aslında moda tabirle 'laiklik', dış güçlerin zoruyla o tarihte gelmişti. Müslüman ahali “bundan böyle gavura gavur denmeyecekmiş” diyerek bu kaideden intikam aldı.

Gayrimüslimlere verilen yetki ve imkanların acısını milletçe tattık. Onlara verilen yetkiler varlığımızın zaafa düşürülmesi olarak bize geri döndü. Gayrimüslimlerle eşit olma teklifini reddederek, bundan kurtularak İstiklal Harbini verebildik.

Bugün İnkılap Tarihi dersleri içinde boğulmuş olan İstiklal Harbi tarihi çocuklarımıza öğretilmediği için İstiklal Harbinin galiplerinin kimler, mağluplarının kimler olduğu meselesine biganeyiz. Ancak tarihten ders almaz isek tarih tekerrür eder.

İstiklal Harbinin Doğu cephesi hemen hemen tamamen Ermenilere karşı yürütülen askeri harekattan ibarettir. Kazım Karabekir tarafından yürütülmüştür. Bu harekat,  yerli Ermenilerle Türkiye'de ikamet etmeyen Ermeni kuvvetlerine karşı yürütülmüştür. İstiklal Harbinin diğer bir istikameti Maraş, Urfa, Antep hattında cereyan etmiştir. Burada da Fransız himayesindeki Ermenilere karşı yapılan bir muharebeden bahsedebiliriz. Diğer, batı istikameti ise Yunan ordusuna karşı yürüyen bir hattır. Yunan ordusunun önemli bir kısmı Yerli Rumlar ve sair gayrimüslimlerden müteşekkildi. Yunan ordusuna her türlü lojistik desteği bu gayrimüslim unsurlar vermişti.

Biz bir İstiklal Harbi verdik. Kimler verdi? Türkiye'de kâfirle çatışmayı göze alan Müslümanlar. Ve bu harbi biz kazandık. Varlığının ciddiye alınması için ölümü göze alanlar, ölenler kazandı. Yani Cumhur istiklal harbini kazandı. Bu istiklal harbinin önemli bir kısmını meclis idare etti. Bu meclis İstiklal Marşında manasını bulan gaye için “doğacaktır sana vaat ettiği günler hakkın” sözü uğruna can verenler namına bir başkan seçecekti.

O günden bu güne seçebildi mi? Bu başka bir bahis. Ancak bu zamana kadar hiç kimse İstiklal Harbi'nde can verenlerin, yiğitlerin hakkını yiyemedi. Yiğidi öldürdüler ama hakkını yiyemediler.

Darbelerle ve darbesiz olarak, Reis-i Cumhurluk koltuğuna oturtulanların hiçbirisi İstiklal Harbinde can verenlerin davasının mümessili olamadı. Ancak hiçbirisi 'yiğidin hakkını ihlal' mahiyetinde bir laf da edememişti. Zira eski Türkiye (toprağın altının yani ruh-i mücerret gibi yerden fışkırmayı bekleyenlerin hakkı) hâlâ yenememişti.

Bugün Reisi Cumhurluk koltuğuna oturtulmayı bekleyen zatın ağzından şunlar dökülmüş:

“Hepimiz aynı ecdadın, aynı kültürün ve aynı medeniyetin aynı tarihin evlatlarıyız. Siyasi görüşlerimiz farklı olabilir. Yaşam tarzlarımız farklı olabilir. İnançlarımız mezheplerimiz etnik köken ve dillerimiz farklı olabilir. Ama biz hepimiz bu ülkenin evlatlarıyız. Hepimiz bu ay yıldızlı bayrağın gölgesi altındayız. Müslüman, Hristiyan, Musevi, Süryani, Ezidi'den önce Türkiyeli vardır. Alevi'den Sünni'den önce Türkiyeli var. Türk, Kürt, Arap, Laz, Gürcü, Boşnak, Çerkez, Rum, Ermeni'den önce Türkiyeli vardır.” 

Bu ifadede Cumhur kimdir? Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığını borçlu olduğu İstiklal Harbi nerede? Bu ifade ile İstiklal Harbinin mağlupları ile galipleri aynı safa girmeye zorlanmıyor mu?

Yeni Türkiye cumhurun silindiği, ayağın baş olduğu, milletin yok edilip 'halkların' var olduğu bir Türkiye midir?

Cumhurbaşkanlığı makamına bu zattan önce gelen zat-ı muhterem de cumhurbaşkanları içinde ilk defa Yahudilerin bayramını kutlama 'şerefine' nail olmuştu.

Biz, bizlik tebellür etmeden cumhur da zuhur etmeyecektir. Olmayan cumhurun, reisi olur mu?

18 Şevval 1435