“Osmanlıca nedir?” sorusuna herkes farklı bir cevap veriyor. Bazılarımızın kafası her okudukları yazı ile karışsa da kanaatimce normal bir şey bu. Neden derseniz, Osmanlılar ya da Osmanlılar döneminde yaşayan insanlar “Osmanlıca budur” veya “yok o değil şudur” dememişlerdir. Onu tanımlayan sonradan yaşayanlar olduğuna göre, tanımların çok olması da doğal bir durum olsa gerek.

Ben kestirmeden söyleyeyim, ortalama vatandaşın Osmanlıca ile kast ettiği Osmanlı harfleri ile okumak-yazmaktır. Adını-soyadını Osmanlı harfleri ile yazabilmek, biraz daha meraklı ise kendince bir tuğra çalışması yapabilmek, işi bir adım öteye götürüp şehrin eski çarşısındaki çeşmenin kitabesini okumaya çalışmak ve saire!

Tabii ki, bir kısmı Cumhuriyet Dönemi'nde de eserler vermiş Osmanlı'nın son dönem yazarlarını, örneğin Ömer Seyfettin'i, Ziya Gökalp'i, Mehmet Akif'i, Mehmet Emin Yurdakul'u, Tevfik Fikret'i yazıldıkları dönemin alfabesi ile okumak, bu alfabe ile Türkçe'nin kaybolan seslerini ve dildeki musikîyi yeniden keşfetmek, arûz vezniyle yazılmış şiirlerden bedii bir zevk alabilmek, kelime hazinesini zenginleştirmek de mümkündür.

Çokça konuşulan mezar taşı okuma ya da arşivlerde zamanın acımasızlığına terk edilmiş binlerce belgeyi ve eseri bugüne taşıma işleri söylendiği kadar kolay şeyler değil. Umulur ki, atılan tohumlardan bazıları tutar. 

Kimsenin, örneğin Ferit Devellioğlu'nun ya Osmanlıca-Türkçe Sözlük'ünü ezberlemek ya da James Redhouse'un Osmanlıca-İngilizce Lügat'inden İngilizce öğrenmek gibi bir derdi olmaz. Nasıl ki Osmanlılar zamanında Selçuklular devrindeki dilin bir kısmı kitaplarda kalmıştı, Osmanlılar devrindeki dil de Osmanlılar devrinde kalmıştır. Bu gündelik dil için de böyledir, resmi yazışma dili için de. Eski dili geri getirmekten ziyade onu gerektiğinde okuyup anlayabilmek, dedesinin diline Fransız kalmamaktır insanların istediği.

***

Osmanlıca'nın geriliği, akıl ve bilim dışılığı, cumhuriyet ve demokrasi düşmanlığını temsil ettiği söylemleri kara propagandadan başka bir şey değildir. Denildiği gibiyse eğer, bu tür söylemlerin çokça kullanıldığı bir günlük gazetede, birkaç gün önce Aziz Nesin'in Sivas'ta meydana gelen menfur bir olay sırasında tuttuğu tamamı Osmanlıca notlar yayınlanmasını nereye koyacağız? Ben bu kadarını söylemekle yetineyim, azcık derin düşünürlerse sözlerinin ucunun nerelere dokunacağını bu emsal söylemin sahipleri düşünsünler.  

Dil, kuşkusuz düşüncenizin sınırlarını çizer; ama bu sadece düşünenler için söz konusudur. Düşünmeyip, düşünce üretmeyip, yalan yanlış tercümelerle, ithal kavramlarla düşündüğünü sananlar için şu dil ya da bu dil, falan alfabe ya da filan alfabe hiç ama hiç fark etmez. 

***

 “Mâzi nihayet geçmiş bir zamandır; bizde, ancak kendisine içimizden bir şeyler katarsak hakkıyla yaşayabilir.” diyor Ahmet Hamdi Tanpınar.

Son yıllarda bırakın bir arada toplanmayı, yan yana getirilmesi dahi mümkün görülmeyen değişik ideolojik grupların fikir ve eylem birliği etmişçesine mâziyi gündeme getirdiklerine şahit oldukça Tanpınar'ın bu sözü aklıma geliyor.

Mâzi, oradan ders alabilirseniz ve orayı bir sıçrama tahtası olarak kullanabilirseniz bir anlam ifade eder, aksi halde Ali Şerati'den ödünç alacağımız deyimle “insanın dört zindanı”ndan biri olup çıkıverir. 

Bana kalırsa Osmanlıca konusuna da bu minval üzere yaklaşmalıyız. Osmanlıca kendisine içimizden, yani bu günümüzden bir şeyler katabilirsek yaşayabilecek,  aksi halde malumat yığınlarımızı bir parça daha kabartmaktan ve kısa bir süre sonra bu tartışmalar açılmadan önce ne kadar insanın ilgisini çekiyorsa o kadar insanın ilgisini çekmekten öte geçmeyecektir.

Pekalâ, bu mümkün müdür? Bugün bizim Osmanlıca'ya içimizden katabileceğimiz bir şey var mıdır? Bugünün tıbbını, bu günün kimyasını, mühendisliğini hatta hukuk, sosyoloji gibi sosyal bilimlerini Osmanlıca'ya dönerek okuyabileceğimizi sanmıyorum.

Herhalde geriye bir şiir kalır, bir de musikî. Arûz vezni kullanılarak yazılacak şiirler ve bunların Klasik Türk Müziği makamlarında bestelenmeleri yoluyla Osmanlıca'ya içimizden, yani bu günümüzden bir şeyler katabileceğimizi, böylece de, bu tarihi mirasımızı hakkıyla yaşatabileceğimizi düşünüyorum.

***

Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)