İnsan hayatında önemli değişim ve dönüşümleri gerçekleştiren hac ibadetinin insan karakterinin oluşumunda önemli bir yeri vardır.  Zira başta Kâbe olmak üzere Mekke ve Medine'deki kutsal mekânlar insan üzerinde derin tesirler, kalıcı izler bırakırlar. Yıllar boyu Beytullah'ı görmenin hayalini kuran Hak âşıkları Kâbe'ye yaklaşırken nefesleri kesilir, dizlerinin bağı çözülür, kendisini taşıyan bacaklarında derman kalabildiyse siyah örtüler içerisinde duran Allah'ın evinin karşısında tir tir titrer ve gözyaşlarına hâkim olamaz. Bu, Kâbe ile insanın ilk karşılaşmasıdır. Gönül Kâbe'si ile Mekke'deki Kâbe arasında frekans yakalanmış, etkileşim ve akım artık başlamıştır.

Kâbe heybetlidir, kendine has cazibesi vardır. Kendisine hazırlıklı gelenler için bir rahmet ve bereket kaynağıdır.  Nitekim Yüce Rabbimiz: “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet), Mekke'deki (Kâbe)dir. Orada (Beytullah'da) açık beyyineler, Hz.İbrâhîm'in makamı vardır. Ve kim oraya girerse emin (emniyette) olur. ” (Al-i İmran, 96-97) buyurarak Kâbe'nin rahmetin ve hidayetin dağıtıldığı ana trafo olduğunu kastederek apaçık mucizelerin orada olduğundan bahsetmiştir.  Zihninde şüphesi olanlar ve ikna edici deliller arayanlar için insanı hidayete götürecek mucizelerin; Mescid-i Harama gelenler, temaşa edenler ve ibadet edenlerin görebileceğinden bahseder. Aynı şekilde Yüce Rabbimizin İbrahim (as)'a “Bütün insanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak ve gerek uzak yoldan
gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.”
(Hacc Suresi,27) ayetinden hemen sonra “Gelsinler ki menfaatlerine şahit olsunlar” ifadesi yer alıyor. Bu menfaat; tabi ki yollarda dağıtılan sebil su yahut hediyeler değildir. Manevi kazanç evvela kişinin Kâbe'nin sahibi tarafından misafirliğe kabul edilmesidir. Peygamberimiz: “Hacc yapanlar ve Umre yapanlar Allah'ın misafirleridir. Eğer dua ederlerse Allah dualarını kabul eder, şayet istiğfar ederlerse Allah onları bağışlar”(Tirmizî, Birr,7) buyurarak hac ve umre yapanların Allah'ın özel konukları olduğunu müjdelemiştir.

Kişinin Safa ve Merve'de sa'y yaptığında çalışan ve alın teri döken insanlar için Allah'ın onlara bir ödül vereceğini ve emeklerinin karşılığını boş çıkarmayacağını anlamış olacaktır. Arafat'ta Allah'ın aciz olduğunu, yalnız O'na muhtaç bir kul olduğunu anlayıp, Müzdelife'de şuurlanacak niçin bu yolda olduğunu idrak edecektir.  Mina'da Allah'ın dışında tüm sevgilerden vazgeçebileceğini, tüm dünyalıkları Allah yolunda feda edebileceğinin sözü verdikten sonra başını traş ederken gerektiğinde bu baş da senin yolunda feda edilmeye hazır diyebilmenin esaslı duruşunu gösterdiğinin farkında olacaktır.  İhramının kefen olduğunu bilir, karşılaştığı farklı renk ve ırktaki insanları din kardeş kabul ederek inandığı yolda yalnız olmadığını, milyonlarla beraber olduğunu kavrayacaktır.

Bir gün o kutsal topraklardan ayrılışın dünyadan ayrılma gibi her başlangıcın bir terk edişe gebe olduğunu fark edecek kısaca bu topraklardan bir devrimle döndüğünü öğrenecektir. Dönerken Kâbe'yi yüreğine yüklemiş, damarlarında akan her kan yüreğindeki Kâbe'yi tavaf eder hale gelmiştir. Her namaza durduğunda Kâbe'yi gözünün önüne getirir. Rabbisinin dünyada her daim misafiri olduğu düşüncesini kalbinden hiç çıkarmaz.

Harem yasaklarının sadece Mekke'de olmadığını döndüğü vatanında da evini ve yurdunu sanki bir harem bölgesi gibi “güvenli ada” yapabilmenin sevdasına düşmüştür. Haremeyn'e dair kalbinde kopan tüm bu fırtınalar insan hayatında büyük bir inkılâbı gerçekleştirir. İşte insanın Hacca genç yaşta gelmesi de tam burada ortaya çıkıyor. Çünkü tüm bu lahuti duyguları insan genç yaşında yaşadığı zaman önündeki uzun yıllar kendisine eşlik edecek o müthiş karakteri ve kişiliğini mukaddes topraklarda oluşturmuş olur.

Kâbe ve mukaddes topraklar kişinin karakterini oluşturması hususunda belirgin figürlerdendir.  Çünkü mekânın üzerinde gerçekleşen hadiseler insanı etkiler ve üzerinde etkisi uzun süren bir akımın oluşmasına sebebiyet verir. Yeter ki insan kendisini o zaman tüneline bıraksın. O zaman Kâbe insanı yoğurur, Harem onu şekillendirir, Cennet hayatını dünyada yaşatır, zemzemi içirtir; Havz-ı Kevser suyuna hasret bıraktırır. O zaman Mukaddes topraklarda Rabbimizin sunduğu nimetleri, kazançları saya saya bitiremeyiz. Kalp gözümüzü ve alıcıları açarsak; Kâbe bizi eğitir, telbiyemiz bizi terbiye eder, ihramımız bizi edeplendirir. Hacerü-l Esved'i istilam eden eller şiddete başvurmaz, Kâbe'nin eteklerine yapışıp af dileyen gönüller, basit dünya menfaati için başkalarına el açmaz, Zemzem içen ağızlar haramla beslenmez, sa'y yapan ayaklar harama koşmaz.  Hülasa Hac bizi adam eder, Allah'a kul yapar. Allah'a kul edince dünyaya sultan eder. Rabbim bizleri Haremin iklimini önce kendi iç dünyasına sonra da gittiği her yere taşıyanlardan eylesin.