Bir Ramazan-ı Şerifin daha sonuna geldik. Sıcak ve uzun günlerde tuttuk orucumuzu; kimi zaman susadık, kimi zaman açlığın mideleri tırmaladığı anlar yaşadık. Öyle veya böyle mübarek Ramazan ayının sonuna ulaştık. Ulaştırana hamdolsun.

Bir ay boyunca oruç tutmanın dünyadaki mükâfatı olan bayram günleri geldi çattı. Çocuklar bayramlık ve harçlık alacak olmanın heyecanıyla son günleri bir an evvel geçirmenin ve bayram sabahına erişmenin sabırsızlığını yaşarken; büyükler bayramda konuklarına sunacakları ikramlıkları hazırlamanın telaşını yaşıyor.

Her şey güzel iyi hoş da bu bayram Müslümanlar için yarım ve eksik bir bayram olacak yine ve bir daha. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsızlandığında nasıl her iş aksar ve her sevinç yarım kalırsa; yurdun bir yerinde yas tutan, ağlayan, boynu bükülen birileri varsa o,bayram olmaktan çıkar. Taam orucu tutmanın karşılığı (ıyd) bayram; peki can orucu, hayat orucu tutanlar; bayramı dünya gözüyle göremeyecek; kokusunu içine çekemeyecek olanlar ve yakınları ne yapacak?  Onlar orada yas tutarken Müslümanlar ağız dolusu gülüp, neşelenebilecek mi? İnsanları karamsarlığa sürüklemek, bayram sevincini yarıda bırakmak kimin ne işine yarıyor? Bir mucize eseri hayat denilen nimete kavuşan bir insanı bu nimetten mahrum bırakmak, sevdiklerinden ayırmak kimin ne haddine?

Oysa çocukluğumuzda bayramlar tam bir sevinç, heyecan ve coşku ortamı içinde geçerdi. Büyük küçük herkes bayram coşkusunu yüreğinin derinliklerinde yaşar, bu coşkuyu yüzüne, hareketlerine yansıtırdı. Ebeveynler, babaanne, anneanne ve dedeler o manevi havanın içine öylesine dalarlardı ki çocuklar kendilerini o ortamda bulur ve kendiliğinden bayram havasını teneffüs etmeye başlarlardı. Mutat gelenekler ve ibadetler alışılmış sıralaması içinde ifa edilirken; her birey üzerine düşen görevleri huşu ve gönül rahatlığı içinde yerine getirirdi. Bu yerine getiriş sözsüz, gözleme dayalı iletişim kanalı olan hayat okulu kurallarına göre dededen toruna; babadan oğula intikal ederek devamlılığını sürdürürdü. Şimdi gel de söyleme ''Nerede o eski bayramlar'' diye.

  Eski bayramlardan dem vurarak içinde bulunduğumuz dönemi yerecek değilim. Hem o zamanlar dünya nüfusu bu denli kalabalık değildi; hem de teknoloji çağa adını verecek ölçüde gelişmemişti. Zaman ilerledikçe, devir değiştikçe yozlaşma her alanda olduğu gibi bu alanda da kendini hissettirecektir çaresiz. Üstelik o zamanlar böyle milletçe yaşanan acılarımız yoktu. 

Bayram gibi bayramları hak eden yurdum insanına ve siz değerli okurlarıma birlik ve beraberlik içinde, doyasıya içimize sindirebileceğimiz nice güzel bayramlar diliyorum. Bu noktada usta şairimize kulak vermek istiyorum:

Süleymaniye'de Bayram Sabahı

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede

Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,

Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi

Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,

Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.

Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,

Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.

Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!..

Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...

Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;

O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.

Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık

Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;

Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,

Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.

Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,

Bu saatlerde Süleymâniyetârih oluyor.

!

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?

Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!

Adalar' dan mı? Tunus`dan mı, Cezayir`den mi?

Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi

Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;

O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?

Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.

Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine

Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

Yahya K. Beyatlı