Siyasî zekâsı yüksek, ahlâklı ve namuslu bir hükümdar olan ve devletinin gücünü artırdığı, şanını yücelttiği, ülkesini genişlettiği, birçok hükümdarın kendisine tâbi olduğu için kendisine “Dünyanın Uluğ Sultanı” olarak anılan Alâeddîn Keykûbâd, bildiğiniz gibi Beyşehir gölü üzerinde saray, misafirhane, kışla, cami ve diğer binalardan oluşan Kubadâbâd Külliyesi yaptırmıştı. Sarayın duvarlarını süsleyen çiniler ve üzerindeki minyatürler Selçuklu sanatının en güzel ve en nadide örnekleri arasında yer aldığı da malûmunuz. Uluğ Keykubad’a “Cennet ya burasıdır, ya da buranın altındadır” sözünü söylettiren şey acaba nedir?
Beyşehir Gölü’nde yaptırdığı o muhteşem ve göz kamaştıran Selçuklu çinileriyle bezeli Kubadâbâd Sarayı ile karaya yakın ada arasındaki o muhteşem ağaçlar, akarsular, çiçekler, yeşilliklerle bezenmiş tabiat manzarası mı yoksa 13.Yüzyıldaki Beyşehir’in o harikulade tabiat güzellikleri midir?.. “Güneşin koşarak doğup, hüzünle battığı şehir, Beyşehir” sloganı bu güzel şehrin gölüne ne kadar yakışıyorsa; 21.Yüzyıl Beyşehir’inde cenneti aramanın da bir o kadar uzakta olduğu bilinmesi gerekir diye düşünüyorum.
Nedenine gelince…
Benim çocukluğum 1960-68 yılları arasında Beyşehir/Müftü Mahallesi’nde geçti. M.T.T.B. başkanlığı da yapan Kurucuovalı Rüştü Ecevit’in evinde kiracı olarak kaldık. Bayındır ve Yiğit aileleri komşumuz idi. Belediye Başkanı Adil Bayındır’ın babası (Abdi Hoca) o mahallenin camisinin hocasıydı. Melek teyze ise “melek” gibi bir kadındı. Şimdi ise o mahallenin asırlık çınarları arasında ve dimdik ayakta. Rabbim Melek teyzeye sağlık, sıhhat ve afiyet versin. Elma bahçeleri olan Mustafa Yiğit amca şakacı ve şeker gibi bir adamdı. Davut Yiğit en samimi arkadaşımdı. Hüseyin Muşmal hoca da Müftü Mahallesi’nden. Güneşin hüzünle battığı Beyşehir’de ve çocukluğumu doya doya yaşadığım Müftü Mahallesinde o kadar çok hatıram var ki…
Yanılmıyorsam 1968 senesiydi. “Beyşehir Gölü taştı!” haberi, mahallenin sesli gazeteleri çocuklar ve delikanlı abilerimiz sayesinde çabucacık yayılmış ve o heyecanla; tarihi taş köprüden karşı taraftaki fırından mis gibi kokan taze ekmeği almak için adetâ can atmıştık. Paçaları sıvayıp tarihi köprüden karşıya geçmek için yoğun bir çaba sarfetmiştik. Köprünün ortasına geldiğimizde sular karşı tarafa daha kuvvetli akıyordu. Ayaklarınızı yere sağlam ve kuvvetlice basmadığınız taktirde, suların çekme gücüyle su savaklarının alabildiğince açık ağızlarından fışkıran suların üstüne savrulma tehlikesi de vardı. O körpe yüreğimiz korkuyla karışık öylesine atıyordu ki, bizi seyredenlerin yürekleri ağızlarına gelip gelmediğini sonradan öğrendik. Silleyi yemekten de son anda kurtulmuştuk…
Bu satırları okuyanlara 1968’li yılların Beyşehir Gölü’nden olağanüstü bir manzarayı gözler önüne koymaya, şimdi nostaljik olan taş köprüden bir tablo resmetmeye, geçmişte yaşadığım bir hatırayı size; olduğunca nakletmeye çalıştım.
Yaşadığımız milenyumun çeyreğine az bir zaman kala ve aradan yarım asır gibi bir zaman dilimi geçmesine rağmen bugün, Beyşehir Gölü’nde sular çekildiği, göl kurumaya yüz tuttuğundan ve dibindeki yeşil sazlık ile otlar göründüğünden dolayı Beyşehir Gölü artık taşmıyor. Suların çekilmesinden dolayı göl üzerinde onlarca adacıklar oluşmaya başladı.
Cenab-ı Hakk, Yüce Kitabı’nda insanoğlunu “Dengeyi bozmayın” diye uyarıyor. Gökyüzünden yeryüzüne suyu “hikmetli bir ölçü”yle indiren Rabbimiz, insanoğlunun kendi elleriyle, pek çok baraj yaparak ve olur olmaz yerlere göletler yapmak suretiyle tabiattaki dengeyi bozduğu zaman başına ne tür felâketler gelebileceği noktasında bizi uyarıyor. Basiret yoksunu olmayan, feraset sahibi okuyan, akleden, düşünen, tefekkür eden varlıklar için bunda ne çeşit hikmetler olduğu da bir gerçek. Belediye Başkanımız Adil Bayındır ise, düzenlediği bir basın toplantısında yetkili mercileri, Beyşehir Gölü’nü besleyen damarların kesilmemesi noktasında uyarmış ve yanlış yere yapılan göletlere dikkat çekmişti.
Editörlüğünü Prof. Dr. Hüseyin Muşmal’ın yaptığı “Tarih, Kültür, Sanat, Turizm, Sanayi ve Ticaret Şehri Beyşehir” kitabının Takdim yazısında belediye başkanı Adil Bayındır, “Maviyle yeşilin tüm tonlarını barındıran, yaban hayatı, doğal güzellikleri ve tarihi değerleriyle herkesi kendine hayran bırakan Beyşehir Gölü’nün korunması bizim için her şeyden önce gelir” diyerek söz sahibi kurum ve kuruluşlar ile ilgili ve yetkili mercileri “Uygulanan yanlış politikalardan vazgeçilmesi” için uyarıyor. Beyşehir, büyük bir turizm potansiyeline sahip olmasına rağmen bu sektörde henüz istenilen seviyede olmadığı da bir gerçek. Sayın başkan, ilk hayali olan Gembos Yolu Projesi’nin 2023’te hayata geçmesiyle birlikte Beyşehir ile birlikte o bölgenin kaderini de değiştireceği umudunu taşıyor. Mümbit topraklara sahip olan Beyşehir’imiz için ziraat (tarım) ve hayvan yetiştiriciliği de önemli ve asla vazgeçemeyeceği stratejik bir sektör. Yollar ve ulaşım ise bu sektörün ana damarlarını oluşturuyor. Yol deyip geçmeyin. Medeniyetler yollar ve ulaşım sayesinde vücut bulmuşlar ve terakkiye ulaşmışlardır. Her şeyin bir yolu vardır. Beyşehir Gölü’nü düştüğü ‘bahtı kara maderi’nden kurtaracak o kadar çok yol var ki…
Yeter ki biz, o yolun yolcusu olalım.
Öyle değil mi, inşaat işlerinden anlayan ve bayındır işlerine de yatkın olan kıymetli Adil başkan…
Zâtıâlinize “bağımsız” sıfatıyla bir son fırsat daha veren Beyşehir halkına ne kadar teşekkür etseniz azdır.
O güzel insanlara sevgi, saygı ve selamlar.