Öyle bir iyilik yap ki iyilikte bulunduğun kişi sana ömrü boyunca duacı olsun. Her hatırladığında seni hayırla yâd etsin. Yapamaz mısın? Öyle iyi bir hatip ol ki konuşmalarınla en azından bir kişiyi doğru yola sevk et. Buna gücün yetmezse öyle iyi bir dinleyici ol ki derdini dinlediğin âdemin gönlü ferahlık bulsun. Bunu da yapamazsan gülümse. Yaşlı, genç, küçük, büyük, zengin, fakir, hayvan, eşya, insan demeden yaratılmışa güler yüz göster ki gülümsediğin varlıkta gamdan, kasavetten eser kalmasın. O da mı olmadı? Karıncanın ağzında taşıdığı su damlası ol. Cirmim küçük deme o su damlası ki karıncanın tarafını belli etti.

Ya da okyanusta bir damla ol. Okyanus üzerinde yoğunlaşan bulutlardan aşağı doğru süzülürken koskoca okyanus karşısında acziyetini görüp teslim eden, 'bu deryanın içinde benim hükmüm nedir ki?' diyerek kendini bilen o küçük damla gibi. O damla ki kendini bilmesi hasebiyle okyanusun dibinde bir istiridye onu bağrına bastı. Yıllar yılı besleyip büyüttü de balık avlayanların ağlarına yakalandı. Balıkçı onu bir kuyumcuya sattı. Kuyumcu o nadide inciyi işledi. Ve onu kralın tacının tepesine yerleştirdi. Sonra kral o tacı başına taktı. Kendi hiçliğini bilen damlayı Yüce Yaratıcı paha biçilmez bir inciye çevirmekle kalmadı; ayrıca onu bir hükümdarın tacında başının üstüne yerleştirdi. Onu yüceltti ve yükseltti.

Kişi tevazu elbisesinden daha güzel bir elbise giymemiştir. Bu konuda Kâinatın Güneşi(sav) şöyle buyurur:“Kim Allah rızası için insanlara tevazu gösterirse, Allah o kimseyimuhakkak yükseltir. Kim de Allah'ın kullarına karşı kibir gösterirse, Allah onu alçaltır.”

“Tevazunun başı, karşılaştığın kimseye ilk önce senin selam vermen, selam verene karşılıkta bulunman, meclisin gerisinde oturmaya razı olman, methedilmeyi, nefsini temize çıkarmayı ve iyiliklerinin anılmasını sevmemendir.” 

Kibir hastalığından kurtulmak ve hakkı bulmak, hakka ermek uğruna tacını tahtını terk eden İbrahim Ethem ve Bursa Kadılığını bırakıp sokaklarda ciğer satan, tuvaletleri temizleyen Aziz Mahmut Hüdai Hz. de bu konuda verilebilecek bariz örneklerdendir. Tevazu kendini aşağılamak, yok saymak demek değildir. Zaten kendini yok sayan kimsenin tevazuyla da kibirle de işi olamaz. Bilakis tevazu kendini bilmek, nereden gelip nereye gittiğini kavramak, kâinatta işgal ettiği yerin farkına varmak ve çevresine ve eşyaya ona göre muamele etmektir. Yüce Yaratıcı kibirlenme hususunda:

“Yeryüzünü böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen ağırlık ve azametinle ne yeri yaratabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.”Buyurur.

Tasavvufta varılması hedeflenen on makamın başı tevazu sahibi olmaktır. Abdülkadir -i Geylani Hz. Yolun taliplerine; “Tevazu göster, tevazu gösterdikçe meydana çıkar, büyüyüp yükselirsin. Eğer tevazu göstermezsen;  Allah'ı, peygamberlerini, velilerini, hükmünü, ilmini, kudretini, kaderini, dünyanı ve ahiretini bilmemiş olursun. Tevazu Rahman'dan, kibir ise şeytandandır. Eğer alçakgönüllülük yüksek bir derece olmasaydı, Allah sevdiği kimseleri bununla nitelemezdi.'' Diyerek öğütte bulunur.

Yine Kâinatın Güneşinden örneklerle yazıma son vermek istiyorum.

Ashabıyla birlikte otururken veya yürürken onlardan biri gibi davranırdı. Ne meclisin başında olma, ne de önlerinde yürüme gibi bir hevesi yoktu. Bu sebeple, bir yabancı O'nun bulunduğu bir topluluğa geldiği zaman kendisini ayırt etmez ve sormak zorunda kalırdı.

Tevazusunun şiddetinden dolayı, kendisine gösterilmesi gereken saygı hakkından feragat ederek : ”Beni gördüğünüz zaman, acemlerin büyüklerine karşı yaptıkları gibi ayağa kalkmayın” derdi. (Tirmizi)