Aile deyince evlilik bağıyla birbirine bağlı bir erkekle bir kadın, bir de –istisnalar olsa da- en az bir çocuk anlaşılıyor. Her fırsatta toplumun temeli olduğu vurgulanan ailede evlilik bağı şart ama günümüzde bir taraftan evlilik yaşı ha bire yukarılara doğru yükseliyor diğer taraftan da boşanmaların sayısı çığ gibi büyüyor.

Kanaatimi baştan söyleyeyim: Sevgi / şefkat ve saygıya dayanması gereken bir yapıyı şehvet ve sahiplenmeye / mülkiyete dayandırırsanız olacağı budur.

***

Batı'da kadın-erkek beraberliği ile evlilik ayrı ayrı kurumlar. Yıllarca beraber yaşayan çiftler bile bazen “henüz evliliğe hazır değiliz” diyebiliyorlar. Bazen “Acaba doğru olan bu mu?" diyesim gelen bu durumun bizim toplumumuzda bir karşılığı var mı? Sanıyorum şimdilik yok.

*** 

Evlilik hukuki yaptırımları olan bir kurum. Miras örneğinde olduğu gibi mülkiyetle ilgili sonuçları var. Ama sorun esas olarak maddi kısımda değil. Karı ve kocalarımız, nasıl oluyorsa sevgi/şefkat ve saygı konusunda eksiklikler (yokluk desek daha mı doğru olur acaba?) nedeniyle evliliği birbirlerine zulüm haline getirebiliyorlar.

Yaş önemli bir faktör olabilir, özellikle erkekler açısından. Şehvet, zaman zaman şiddeti de içeren çok güçlü bir duygu. İçgüdülere karşı koymak zor! Genç erkek şehvet duygusunu bir biçimde tatmin etmek durumunda! Toplum olarak onlara gösterebildiğimiz tek yol evlilik. Peygamberimiz “oruç tutsunlar” buyurmuş, dediğinizi duymadığımı sanmayın. Evet, çok güzel bir tavsiye oruç tutmak. Oruç, sabırdır. Ama nereye kadar? Az buçuk fıkıh kitabı yalayanlar oruç bahsinde cinsi münasebet yoluyla iftar edilmesinin hükmüne ait bahsi hatırlayacaklardır. Bu tür kitaplara ve konulara vâkıf olmayanları bazen kızdıran, bazen de gülümseten bu oldukça şaşırtıcı bahisten kanaatimce çıkartılabilecek bir mesaj var: Oruç şehveti erteliyor belki, ama iptal edemiyor.

***

Evlilik kadınlar açısından daha karmaşık bir olay. Şehvetin kadınların dünyasında yeri yok demek kuşkusuz yanlış olur, ancak onları evliliğe iten temel nedenin çocuk sahibi olmak olduğunu söylesem yanlış olmaz herhalde. Yazımın devamında çocuk sahibi olma konusunu irdeleyeceğim ama bizim toplumumuzda kadınlar için bunun yolu önce bir koca sahibi olmaktan geçiyor. Sahip olmak deyince aklınıza mülkiyet geldi değil mi? Yukarıda söz etmiştim evliliğin çürük dayanaklarından bir olarak mülkiyetten.

Kanaatimce evliliklerdeki en büyük sorunlardan biri bu mülkiyet işi. Genellikle kadında daha güçlü olan sahiplenme duygusu... O kadar ki erkeği adeta çocuğu imişçesine sahipleniyor kadın. Evet, kadının erkeği çocuğu gibi görüp gözetmesinde büyük bir iyilik var belki, ama yine çocuğu gibi kendisine tabi, bağımlı kılmaya çalışıyor. Erkelerde de var bu duygu, genellikle daha düşük bir düzeyde olmak üzere. Ancak kişiliği yeterince gelişmemiş erkekler de kadınların yaptığına benzer bir biçimde kadınları sahipleniyorlar. Onlar da bir başka mümkün olmayanı, bir anneyi mi beliyorlar karılarından acaba?

***

Soru şu: “Çağdaş insan neden çocuk sahibi olsun?”

Açıkça söylemek gerekirse, bizdeki en büyük neden toplum baskısı gibi. Gelen giden, üzerine farz olan olmayan sorularla taciz eder evli çifti. Daha olmadı dedikodular yayılmaya başlar erkeğin, ama daha da çok kadının kısır olduğuna dair. 

***

Perspektifimizi genişletmek adına Batılı'nın olaya nasıl baktığına değineceğim kısaca. Onlara göre çocuk sahibi olmak anne ve babanın hayatını kökten etkileyen bir durum. Bunu mantıklı bir biçimde değerlendirmek gerek. Geçenlerde bir İngiliz gazetesinde okuduğum köşe yazısında şöyle bir değerlendirme vardı:

Çocuk sahibi olmak

  • Artılar: eğlenceli bir şey: “fun”
  • Eksiler: pahalı, zaman alıcı, sürekli endişe oluşturucu

Birçok Batılı çocuk sahibi olma konusunda akılla karar vermenin güçlüğünü yazıya dökmüştür. Konu sonunda “hayatımızda bir değişiklik yapalım”a dayanmış ve “haydi bir deneyelim”le son nokta konmuştur.

***

Aldığımız eğitim, genellikle çocuk yapmanın kolay olduğu izlenimine kapılmamızı sağlar: Cinsel birleşme gerçekleşir, kadın hamile kalır. Oysa gerçek hayat bundan çok farklıdır. Etrafımız çocuk yapmak isteyen ama bunu gerçekleştiremeyen çiftlerle doldur. Bu ihtiyacı değerlendiren tıp endüstrisi “yardımcı üreme teknolojileri” adı altında muazzam bir sektör kurmuştur.

İçinde bulunduğumuz sosyokültürel ortam çocuk yapmakla çocuk sahibi olmak arasındaki farkı da göz ardı etmemize neden olur. Toplum tarafından çocuk sahibi olmanın tek yolunun çocuk yapmak olduğu fikri dayatılır. Oysa evlatlık edinerek de çocuk sahibi olunabilir. Batı'da çok sayıda evli çift bu yolu seçmekte.

Kuşkusuz bu yolu seçip seçmemekte en önemli faktör sizin “çocuk”a yüklediğiniz anlamla bağlantılı. Çocuk, sadece erişkinliğe ulaşmamış herhangi bir insan yavrusu mu yoksa sizin genetik materyalinizi sizden sonraya taşıyacağını umduğunuz, bir nevi başka bir bedende sizi geleceğe taşıyacak bir “parça”nız mı?

***

Geçmişteki evlilikler erkeğin kazandığı bir oyundu. Şimdikiler herkesin kaybettiği bir oyuna benziyor. Gelecekteki evliliklerin ise herkesin kazandığı bir oyun olması umuluyor.

***

Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)