Projeler aracılığıyla finansman sağlayan uluslararası kuruluşları ve bu kuruluşların yürüttüğü çalışmaları geçen haftalarda yazmıştım. Bu kurumların proje çağrılarındaki destek verecekleri başlıkların ne anlama geldiğini anlatmaya çalışmıştım. Hatta projelerin işleyişi esnasında aralara serpiştirilen ‘’atölye’’ başlıklı çalışmaların aslında pek iyi niyetli olmadığını da ortaya koymayı hedeflemiştim.

Bu hafta ise bu meselenin farklı bir yüzü olduğunu düşündüğüm ‘’uluslararası medya kuruluşları’’ üzerinden gideceğim. Yalnız konuya girmeden önce özellikle Türkiye’de her dönem muhakkak bir şekilde gündeme gelen ‘’basın ve özgürlük’’ noktasında nerede durduğumu söylememde fayda var. Yanlış anlaşılmaya sebep olmadan önden bunun izah edilmesi benim açımdan da, yazının akışı için de önemli gözüküyor. Basın özgürlüğü hususunda oldukça ‘’özgürlükçü’’ bir noktada durduğumu ve bu duruşumla yakın çevremde eleştirildiğimi söyleyebilirim. Düşüncenin ve düşünce üretiminin suç olarak tanımlanmasından ziyade aynı yöntemle mücadele edilmesi gereken bir alan olduğuna dair tutumumu hala değiştirmedim de.

Ancak düşünce faaliyetinin ötesine geçmiş ve bu düşünce özgürlüğü meselesini şemsiye edip suç işleyenlere karşı devletin gösterdiği refleksi de aynı oranda desteklemekteyim.

Temmuz 2019’da SETA ‘’Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları’’ adlı bir rapor yayınlamıştı. Bu rapor sonrasında yukarıda bahsettiğim basın ve özgürlük tartışmasına birçok mecliste girmiştik, bizler de. Yalnız raporu okuduğumda fark ettiğim nokta SETA’nın yayınladığı raporda eleştirilecek hiçbir tutumun olmadığı yönündeydi. Ancak rapor ile bütün ilişkilerin en ince ayrıntısına kadar bilindiği mesajının verilmiş olması önemli bir anlam taşıyordu. Bu mesaj ile bu kuruluşların Türkiye’de neler yapmaya çalıştığının ve kimler üzerinden bu işlerin yürütüldüğünün bilindiği net şekilde ortaya konmaktaydı. Dolayısıyla suç işlenmeye yeltenilmemesi için uyarı anlamı taşıdığını düşünmüştüm.

Uğur Mumcu’nun köşe yazılarının toplandığı bir kitabı okurken onun da özellikle o dönemde Güney Doğu’da gezinen uluslararası medya kuruluşlarının temsilcileri ile ilgili dikkat çektiği hususlardan sonra bu meseleye başka bir açıdan ben de bakmak istedim.

Artık özellikle bizim yaşıtlarımızın yoğun bir şekilde takip ettiği uluslararası medya kuruluşlarının sosyal medya kanallarının çektiği programların incelenmesi gerektiğini düşünmekteyim. Buralarda yayınlanan belgesel ve dosyaların belli başlıklar etrafında döndüğünü ve bu başlıkların yukarıda referans verdiğimiz uluslararası finansman desteği veren kuruluşların yürüttüğü işler ile örtüştüğünü söylemeliyim.

En çok izlenen ve uluslararası medya kuruluşlarının sosyal medya kanalları çektikleri belgesel konuları itibariyle hep aynı başlıklardan beslenmektedir. Bu da benim bu duruma masum bakmama engel olmaktadır. İçlerinde Türk kanallar olsa da bunların da aynı kaynaktan beslendiği düşüncesi bende hakimdir. Üstelik bu konuların uluslararası finansman desteği veren kuruluşların proje destek şartları ile örtüşüyor olması benim bu düşüncemi desteklemektedir.

‘’Trans Birey, İnterseks Birey, İş bulamayanlar, Geçinemeyenler, Cinsel Özgürlükler, Kadın, Kadın İşçi, Yoksulluk’’ gibi konular hep ana temayı oluşturmaktadır.

’Zenne Olmak, Bekar Anne Olmak, Çalışan Kadınlar, İnterseks Birey, Trans Kadın Olmak, Alanında İş Bulamamak ’’ yalnızca bir kanaldaki belgesellerin isimleridir.

’Geçinemeyenler Serisi, Kadınların Savunma Taktikleri, Mücadele: Kadına Karşı Şiddet, Türkiye’nin Görünür İlk Trans Bireyi’’ başka bir kanaldaki içeriklerin başlıklarıdır.

‘’İşler Kesat, Boşanma Partisi’’ de başka bir kanalın içerikleridir.

Bu tabloya bakıldığı takdirde işlenen temaların amacı çok açık bir şekilde ortadadır. Yoksulluk, Çevre ve Özgürlük ile Cinselliğin ön plana çıkarttırılarak ‘’kadın’’ başlığını da masum gibi işlemektedirler. Ancak bunların Türkiye’de dikkatle takip edilmesi gerektiğini düşünmekteyim.

Öte yandan ‘’Netflix ‘’ ile alakalı eleştirilerin de göz ardı edilmemesi gerekir. Yayınlanan içeriklerin yine aynı başlıkları işlediği ve özellikle cinsellik çerçevesinde bir alt metin sunulduğunu görmekteyim.

Bu kanalların işlediği konularında yok sayılmaması gerektiğini düşünmekteyim. Ancak bu kanalların yürütmüş olduğu algıyı da kabul etmemiz mümkün değildir.

Girişte de söylediğim gibi içerik üretimi noktasında özgürlükleri kesinlikle kısıtlanmamalıdır. Ancak buna karşı biz içerik üretebiliyor muyuz diye kendimize sormak zorundayız.

Üstelik bu kanalların bu kadar çok izlenmesinin sebepleri ile ilgili bir çalışmamız dahi olmuş mu? Zannetmiyorum.

Bizler eleştirirken izlemeye devam edecek gibiyiz!