Yaşlı ama ihtiyar değil, seçilmiş ama muhtar değil.

 

Türkiye varlığı inceltilmiş ülke. Bu manada parçalanma tehlikesinden daha çok buharlaşma tehlikesiyle yüz yüze olan bir ülke.

Bu ülkenin varlığının imhası için o kadar büyük faaliyet yürümekte ki artık Türkiye'yi hissetmek çok zorlaştı.

Türkiye'yi ve 'Türk varlığı'nın izlerini silmeyle meşgul Türkiye düşmanları, ülkemizin buharlaşması neticesini doğuracak olan bu varlık silme operasyonunu bazen sinsice bazen alenen her gün ve her cephede yürütüyorlar.

!

İtikadî bir lisan olan Türkçemizde iki kelime var 'muhtar' ve 'ihtiyar'. 

İhtiyar: Seçme, tercih etme, kendi iradesi ile hareket etme kuvveti.

İhtiyarî:Mecburi olarak değil de isteğe bağlı bir biçimde.

Hayrı-şerri, hayrın ve şerrin derecelerini fark eden, fark etmekle iktifa etmeyip hayrı seçebilme ihtiyarına sahip kişilereve bunu kendiliklerinden ifa edebilen seçkin kişilere'muhtar' deniyor. 

50 sene evveline kadar Türkiye, ahalisinin büyük kısmının köylerde yaşadığı bir ülke idi. Köylerimiz vardı. Muhtarlarımız ve ihtiyar heyetlerimiz millet hayatında çok mühim bir vazife ifa ederdi.

'İhtiyar Heyeti' ismiyle ve fonksiyonuyla millet hayatı işleyişinin yüksek bir numunesiydi. İhtiyar heyetleri köyde çıkan meseleyi kazaya (ilçeye) hâkime-kadıya götürmeye lüzum kalmadan oracıkta hızlı ve adil bir çözüme kavuştururmuş. Delikanlının birisi tavuk çalmışsa tavuğu çalanın velisi dinlenir, zanlı dinlenir, müşteki dinlenirmiş. Mesele taraflara şefkatle de bakabilen ehil büyükler tarafından incelendiği için hadisenin sıcaklığı geçmeden 'geciken adalet, adalet değildir' kaidesi mucibince hızlı ve adil bir usulle çözülürmüş.

Muhakeme faaliyeti mekanik değil, organik bir faaliyet olarak işlediği için sahici ve sıhhatli. Sopaysa sopa. Falakaysa falaka. Sopayı yiyen razı, atan razı.

Türk usulü çözüm: Yalın, temiz ve acımasız.

Cezaya uğrayan sadece cezalandırma değil te'dib ve terbiye kastıyla hareket edildiğini bildiği için yediği dayağa razı. Bu nedenle ihtiyar heyetince cezaya çarptırılan, yediği dayağı bir müddet sonra yarenlik sohbetinde hoş bir hatıra olarak bile nakledebilir.

Yüksek bir millet hayatının izlerini taşıyan bu uygulamaya razı olmayan ise, köy halkı tarafından dışlanacağını bilir. Aile, akraba ve köy büyüklerinin sözünü dinlemeyen bir serkeş olarak damgalanmak istemez. Bu nedenle aile, akraba ve köy içinde olan bir tartışma, büyüklerin olaya müdahalesi ile sulh veya tarafların razı olacağı bir cezalandırma usulüyle halledilmiş olur.

Konya'da "kadılık, gidilik olmayalım" diye bir tabir vardır. Davacı-davalı olarak adliyeye gitmek, düşük kabul edilen bir işmiş. 'Büyüklerinin nasihat ve sulh telkinlerine kulak tıkamış çiğ, ham, söz dinlemez ve şahsiyet düşüklüğü içindeki insanlar adliyeye müracaat eder' şeklinde bir kabul varmış. Dilimizde adliyeye işi 'düşmek' tabiri halen kullanılır.

Köyün ihtiyar heyeti sadece niza ve kavgalarda değil kritik her türlü vakıada ağırlıkları hissedilen kişilermiş.  Mesela babamın anlattığına göre 1955-60'larda bir gün Çumra'nın Sodur köyünde ikindi namazından çıkan ihtiyarlar bir evde gençlerin iskambil oynadıkları ihbarını alırlar. Camiden çıkan cemaat suç mahalline acilen intikal eder. Evin kapısını açarak ani bir baskın verirler. Bu baskın esnasında kapıdan pencereden kaçan gençler tokatlardan nasibini alır. Birisi de bahçedeki sapların arasına saklanmıştır. Bunu fark eden heyet usulca sap yığınının bir tarafına kibrit çalar. Sap yığınının altında fark edildiğini anlamayan genç, ateşi görünce birden çıkarak suç mahallinden kaçmaya çalışılır. Tabi ki tokattan nasibini aldıktan sonra! Bu hadise bizim köylüler tarafından hoş bir hatıra olarak sohbetlerde hala anlatılır.

Memleketimin bütün köylerinde o köyün seçkin ve büyüklerinin vakıaya el koymasına uygun bir ortam vardı. Hayat demokratik değil -ve bilhassa demokratik olmadığı için- millî ve yüksek idi.

Evet... Bizim ihtiyarlarımız vardı. Bizim ihtiyar heyetlerimiz vardı. Bizim muhtarlarımız vardı.

Ankara'da ne ederlerse etsinler köylerimizde 'şeriatın kestiği parmak acımaz'dı.

Her köyün bir karakteri bir tarzı vardı. O köylü olmak demek bir karakterde olduğunuza karine teşkil ederdi. İnsanların evleri, mahalleleri, köyleri, şehirleri ve şahsiyetleri vardı. Şimdi konutları, siteleri var. Haa! Bir de vatandaşlık numaraları yani barkotları var.

Rasulullah'ın; "sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman eliyle, ona gücü yetmeyen diliyle mani olsun. Ona da gücü yetmeyen kalben buğz etsin. Bu ki imanın en düşük derecesidir " hadisi-i şerifini okuyunca bu tatbikatı Yemen çöllerinde arayan ılımlı-modern İslamsılar, kendi milletlerinin hangi kıymeti haiz olduğuna kördürler. Ma'lul ve mağdur oldukları için bu ılımlı, ılıman, ılık insanlar millet hayatımızın son izlerini taşıyan köylerimizi yok eden 12.11.2012 Tarih ve 6360 Sayılı 'Yeni Büyükşehir Yasası' nı oy birliği ile meclisten kolayca geçirdiler. Muhalefet olduğunu söyleyenler iktidar numarası yapmalarına izin verilince, yani sıra onlara gelince bu kanunu geri çevirme gibi bir lükse sahipler mi acaba?

1926 senesinden beri mer'i olan Medeni Kanun 2001 senesinde ilga edildi. İlga eden iktidarın ortaklarından birisi de bir önceki seçime 'ürkek değil, erkek' sloganı ile girmiş olan MHP idi.  Eski Medeni Kanunda yer alan "ailenin reisi kocadır" hükmü ilga edilip 'evlilik birliğini eşler beraber yönetirler” hükmü getirilmişti... Bugün başsız bir aile,  ailesiz bir cemiyete doğru hızla yürüyen toplumda, bu cürümden hissedar olduğunun farkında mı MHP idarecileri?

Aile hayatının imhasına hizmet ettiğinin farkında olmayan MHP ile köy, mahalle hayatımızı imha eden kanunu meclisten geçiren AKP idarecileri kendilerine kimin hangi kanunu geçirttiğini anlayabildiler mi?

Artık hiçbirimizin köyü, mahallesi, muhtarları, ihtiyarları kalmadı. Hiç birimiz; ailemize, köyümüze, ihtiyarlarımıza, milletimize karşı borçlu değiliz. Hiç kimsenin nasihatına da ihtiyacımız yok, ikazına da. Kimsenin sözünü tutacak da değiliz.

Hepimiz, metropolün mutlu-obez mandıra inekleri gibiyiz. Kalkış saatimiz, yemlenme, sağılma, yavrulama vaktimiz tayin edilmiş... Üstün tekniklerle hayatı kolaylaşmış, huzurlu avm müşterileriyiz. Kimsenin kimseye "höyt!" diyecek mecali yok. Peki ya imanı? Yaşadığı bu rezalete kalben buğz etmeye bile kaç kişinin tahammülü kaldı? Açtığımız derdin müşterisi yok. Dokunduğumuz yerlerde yara kalmamış.

'Yeni Büyükşehir Yasası' ile köyler mahalleye döndürüldü. Mahalleler de zaten sitelere dönüşmüş durumda. Ortada ne köy kaldı, ne mahalle, ne de muhtar. Ne ev kaldı, ne aile, ne de reis...

30 Mart; 'Mahalli İdareleri ile Mahalle Muhtarları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi' günüymüş? Size hayırlı olsun.